-Neredesin oğlum sen?

-Nasıl neredesin, buradayım işte.

-Oğlum seni arıyorum telefonu açmıyorsun, mesaj atıyorum geri dönmüyorsun! Delirtecek misin lan beni!

-Ya Altan ne araması ne mesajı? Saçma sapan konuşma!

-Oğlum dün gece mesaj atmışsın, benden haber alamazsan mutlaka eve gel diye! Hatırlamıyor musun?

-Hayır ben mesaj atmadım ne sana ne de başka birine.

-Kafan mı güzel senin? Ne kullanıyorsun oğlum. Al bak burada işte mesajın.

 

Yusuf, kendine güveni yüksek bir şekilde Altan’ın telefonu alıp mesajı okuyunca kafası karıştı iyice. O hissettiği güven yerini şüpheye bırakmıştı. Ölmekten daha çok korktuğu tek şey aklını kaçırmaktı. Çünkü hayatı boyunca ahklı sayesinde ayakta kalmış, aklı sayesinde bir yerlere gelmişti. Saçma da olsa bir şekilde açıklayabilirim diye düşündü.

-Bir yanlışlık olmalı, ben sana mesaj atmadım. Hem senin aramalarına neden dönmeyeyim!

-Sadece benim değil Mustafa da aramış defalarca ona da dönmemişsin!

 

Yusuf arkasını dönüp içeriye girdi ardından Altan. Hala Altan'ın söylediklerine inanmıyordu. Bu yüzden masanın üzerindeki telefonu eline alıp kontrol ettiğinde yirmi sekiz cevapsız aramayı görünce gerçekten korkmaya başlamıştı. O an kalbi öyle hızlı çarpmaya başlamıştı ki, panik atak geçireceğini anlayıp sakinleşmeye çalıştı.

.

-Oğlum iyi misin sen? Bak bir sorun varsa anlat halledelim gerekirse bir doktora gidelim. İyi görünmüyorsun!

-Altan! İyiyim ben bir sorun yok görmemişim sadece. Abartma bu kadar!

-Neyi abartmayayım oğlum! Sen yazmışsın işte haber alamazsan eve gel diye!

 

Yusuf telefonundan mesajlar kısmına girip yazdığı mesajı görünce hatırlamaya çalıştı ama yapamadı. Sanki zihninde kara bir delik vardı. Neden böyle bir mesaj yazmıştı? Gerçekten yazan o muydu?

 

-Bunu ben yazmadım!

-Nasıl sen yazmadın? Oğlum senden başka biri mi kullanıyor telefonunu? Delirtme beni!

-Hatırlamıyorum işte oldu mu? Hatırlamıyorum! Yener nasıl? Konuştun mu hiç onunla?

-Yusuf, oğlum sen iyi değilsin. Bak şimdi gel benimle bir hastaneye gidelim. O boynundaki izler ne öyle?

-Ne izi?

-Mosmor olmuş oğlum boynun farkında değil misin? Kendini asmaya mı çalıştın lan!

-Altan, cidden saçmalıyorsun şu an. Sabrım taşmaya başlıyor. Sen gider misin yoksa zorla mı atayım seni dışarı!

-Oğlum, bak seni bu halde bırakamam. Tamam, Sevgi’nin ölümüne hepimiz çok üzüldük, senin ne hissettiği asla anlayamam ama yapma böyle.

-Ne?

-Nasıl ne?

-Sevgi’nin ölümü dedin. Ne saçmalıyorsun sen?

-Yusuf, kardeşim, bak sana yalvarıyorum hadi gel gidelim. Bunun üstesinden hep birlikte gelebiliriz ama şimdi biraz sakin ol.

-Sen Sevgi’nin ölümü dedin? Ben iki gün önce konuştum onunla. Buradaydı. Hatta tartıştık biraz. Telefonda konuştuk mesajlar yazdık birbirimize.

 

Altan karşısındaki arkadaşının ne halde olduğunu anlamaya çalışır gibi sakinliğini korudu. Cenazeden beri arkadaşının iyi olmadığından şüphe ediyordu ama bu kadar kötü olduğunu tahmin edemediği için kendini suçladı. Bu evde onun yalnız kalmamasına izin vermemeliydi. En son bir hafta önce görüşmüşlerdi ve iyi görmüştü arkadaşını. Belki de kötü olduğunu biliyor ama yine de konduramıyordu. Keşke o zaman gerekeni yapsaydım diye geçirdin aklından.

 

-Telefonunu kontrol et tekrar.

-Neyi kontrol edeceğim?

-Dediğimi yap sen, Sevgi’yle yaptığın konuşmaları mesajları kontrol et…

 

Yusuf istemsizce aynı zamanda korkarak telefonunu yeniden eline aldı. Önce aramalar kısmına girdi. Sevgi’ye yaptığı aramaları kontrol etti. Tamamı cevapsızdı. Mesajlar kısmına girdi. Sevgi’ye attığı mesajların hiçbirine geri dönüş olmamıştı. Adeta kendi kendine konuşmuş gibiydi mesajlarda. Bu nasıl olabilirdi? Onu aramış, onunla konuşmuş, ona mesaj yazmıştı. Sevgi'nin yazdıklarına cevap vermişti. Ama hiçbiri yoktu şimdi. Sanki silinmiş gibiydiler.

 

-Bu saçmalık! Bu gerçek olamaz…

-Yusuf, bir ay önce, bizim toplanmamızdan bir gün sonra Sevgi’yi buldular ormanda. Hatırla ne olur gözünü seveyim. Yapma böyle…

-Altan, bu bir şakaysa komik değil, şaka değilse daha kötü! Ne saçmalıyorsun sen! Oğlum daha geçen gün konuştum Sevgi’yle.

 

Altan arkadaşının gözlerinin içine bakamıyordu. Cevap vermedi. Telefonunu eline alıp bir arama yaptı.

 

-İçecek bir şeyler var mı?

 

-İçeride dolapta var, bana da getir.

Altan mutfağa gidip dolaptan iki şişe bira alıp arkadaşının yanına geldi.

 

-Hiçbir şey hatırlamıyorsun değil mi?

-Hatırlayacak ne var? Delirtme beni!

-Buluştuğumuz o gün, Mustafa ve Yener kavga etmişti.

-Evet, Mustafa saçma sapan sözler söylemişti.

-Yener o gece evden ayrıldı. Ertesi gün de biz ayrıldık.

-Evet.

-O’nu sen buldun…

-Kimi buldum?

-Sevgi’yi…

-Nasıl yani ne diyorsun sen? Açık Konuşsana!

-Yürüyüşe çıkmışsın. Ağaçların arasında cesedini bulmuşsun. Sonra polisleri aramışsın.

-Altan! Ne diyorsun sen! Lan Daha iki gün önce konuştum Sevgi’yle sen hala ceset diyorsun!

-Yusuf, seni anlıyorum, O’nu öyle görmek çok kötü, Öleli altı ay olmuş sen bulduğunda… Ama hatırla ne olur…

 

Yusuf’un gözleri kararır gibi oldu. Oturduğu yerde hatırlamaya çalışırken ellerini uyuştuğunu hissetti. O günü yeniden canlandırdı gözünde. Arkadaşlarını gönderdiğini anımsadı. Sonra etrafı temizledi. Ardından evden dışarı çıktı. Ağaçların arasında yürüdüğünü anımsadı ama sonrası yoktu… Zorladı kendini, her ayrıntıyı hatırlamaya çalışıyordu. Attığı her adımı. Evin kapısından dışarıyı çıkışı, ağaçların arasına doğru yürüyüşü, ağaçların arasına geldiği zaman güneş ışınlarının yaprakların arasından süzülüp parça oarça etrafı aydınlatması... Bir tuval üzerine yağlı boyayla yapılmış bir manzara resmi gibiydi. Hem içinde gibiydi o resmin hem de uzaktan bakıyordu.

 

-Yusuf, bana bak. Kendine gel. Hatırla!

 

Biraz daha zorladı kendini Yusuf, Ağaçların arasında yürürken sevgilisini görmüştü yerde uzanırken…. Beyaz teninden eser kalmamıştı. Açık gözlerine sinekler konuyor, O bakmaya doyamadığı gözleri donuk, mat bomboş gökyüzüne bakıyordu. Ve kokusu… O koklamaya doyamadığı kokusu yerini çürümüşlüğe bırakmıştı yine de sımsıkı sarılmıştı sevgilisine… O an kokuyu yeniden hissetti. Midesi bulanmaya başlayınca kendinden tiksindi. Nasıl olabilirdi bu? En değer verdiği varlığın kokusundan nasıl tiksinebilirdi.

-Hatırla Yusuf! Yalvarırım Hatırla!

 

Yusuf hatırladıkça kendinden geçiyordu. Aklı beynine sığmıyor, anlam veremiyordu yaşadıklarına. Canı yanıyordu. Canı yandıkça bedeni uyuşuyor, kendinden geçiyordu. Uzaktan gelen siren seslerini duydu. Siren sesleri yaklaştıkça daha çok hatırlıyordu o günü. Bir polis memuru kollarından tutup ayırıyordu sevgilisinin cesedinden. Gözlerinin önünde canlanan her andan midesi bulanıyordu ama gözlerini ayıramıyordu. Siren sesleri evin içini doldurdu. Beyaz önlükleri üzerinde iki kişi oturduğu yerden tutup kaldırdılar Yusuf’u. Ambulansa doğru adeta sürükleyerek götürürlerken Altan gözyaşlarını tutmayı bırakıp katıla katıla ağlamaya başladı.