Eve dönmek, evde olmak, evde hissetmek. Bazıları evin sutyenini rahatça çıkarabileceğin yer olduğunu söylemiş. Bazılarına göre ev, bir insanmış üzerinde çatı var mı yok mu fark etmeksizin, yanında olduğu kişiymiş. Kimisi eşyalarını ev olarak görürmüş, raflarda tozlanmaya yüz tutmuş kitaplar, ilk gençlik ya da çocukluk anılarından kalma her şey, yorganı, yastığı, yatağıymış mutluluk veren. Ev gibi hissettiren.
Bunu yazmak istedim çünkü şu anda evimdeyim. Hayatımın yüzde seksenine - belki çok daha fazlası- şahitlik yapmış yerdeyim. Evet, üzerinde bir çatısı var. Yanlarındayken evimde hissettiğim insanlar var burada. Evet, sutyenimi girer girmez sallayıp atma isteği uyandırıyor bende ve yine evet tüm kitaplarıma, hayatta sahip olduğum her şeye yuva oluyor burası. Burası benim yuvam. Fakat az önce saydığım sebeplerden ibaret değil bu. Aslında hepsinden ötürü ama yeterli değil, sadece bu kadar değil. Şu an o ikonik balkonda oturuyorum ve yazıyorum. Bunun ne kadar büyük bir lüks olduğunu, buradan ayrılınca ve burayı özleme kapasitemin ne kadar büyük olduğunu fark edince anladım. Lüks benim için güzellik anlamına gelir, her anlamda. Mutluluktur. Hatırlanan anılara gözlerinin dolması ve göğsünün sıkışmasıdır. İyi ya da kötü. Hissedebilmektir. Bir çocukluğa sahip olmaktır. Yıllar sonra inziva niyetine döndüğün evinde kitaplarına dalıp uzun uzun bakabilmektir. Ve onlara bakarken bir süredir gülümsediğini fark etmektir. Seni sersemletir. Seni büyüler. Aşık olduğun adama ya da kadına bakar gibi bakarsın her bir anına. Bu, aynada kendine bakabilmek ve baktığın şeyi sevebilmektir aslına bakarsan. Çünkü bilirsin, seni sen yapan yarattığın dünyadaki- odandaki- her detaydır. Ev sensindir ve seni büyüten herkestir. Her şeydir.