—...Mutlu musun?

—Nasıl bir soru bu böyle durduk yerde?

—Bencilce bir soru.

—Nasıl yani?

—Kendime sormaktan yıllar yılı kaçtığım bir soru bu. Aynı zamanda beni çok yoran bir düşünce. Bencillik kısmını da anlatayım: Aslında bu konuda konuşmaya fazlasıyla ihtiyacım var ve sen bu konuyu kendi rızanla asla açmayacaksın. Şimdi sana soruyorum ki sen de karşılığında bana aynı soruyu sor ve içimi dökebileyim.

—Yani, evet.. Mutluyum galiba.. Ya sen?

—Heh! Süper! Uzun cevabı mı duymak istersin, kısa olanı mı?

—Samimi olanı lütfen...

—Yaşamı ya da kendi yaşamımı en azından, üç evre ile tanımlıyorum: Doğum, acı ve ölüm. Kalbime uzun zamandır acı veren o kadar fazla şeyler var ki hayatın bundan ibaret olduğunu düşünmeye başlayalı çok oldu. Soğuk bir kış gününde mesela, evimde, pencere kenarında kahvemi yudumlamak istediğimde ısınamayanlar aklıma gelir hep ve yüreğime bir kaya gibi oturur bu düşünce. Aşırı kalabalık bir otobüste baygınlık geçirip yere yığılan bir yaşlı kadın sırtımda büyük bir ağırlık hissettirir. Seçim otobüsleri, güler yüzlü ve bir o kadar da iki yüzlü adaylarla dolu pankartlar, yerine getirilmeyeceğinden bir çocuğun bile emin olabileceği vaatler.. Kötü yönetilen ülkeler, kötülükte yarışan yöneticiler, milyonlarcası da bir araya gelse hiçbir şeyi değiştiremeyen ve asla bir değişime sebep olamayacak insanlar.. Kalabalıklar, yalnızlığım... Dürüst olmayan, sadık olmayan, iyi olmayan, güzel bir yüreğe sahip olamayanlar... Oysa o kadar basit ki bu... Yalan söylemek, kandırmak, aldatmak için efor göstermek şarttır ama dürüstlük ve sadakat öyle mi! Aklına geleni, fikrini, düşünceni, yaptığını, yapmadığını, her şeyi olduğu gibi anlatmak özgürlüğünden neden mahrum ediyor insanlar kendilerini? Neden başkalarının da gerçeğe ulaşma hakkını gasp etmekte bir beis görmüyorlar?

—...

—Gerçek bir soruydu bu!

—...Ne bileyim ben!

—Devam edeyim. Varlığım bile acı veriyor bana. Dünyanın geri kalanına ayak uyduramıyor oluşum.. Aşırı kırılganlığım, çok çabuk incinip kendimi çok zor tamir edebiliyor oluşum... Zira seni kırmaktan çekinmeyen insanlar genellikle bunu yaptıktan sonra çekip giderler. Onların o an orada bulunma sebepleri budur ve görevini yerine getirdikten sonra olay yerini terk ederler. Kalıp da yaralarını iyileştirme zahmetine girmezler. Sen hiç bir ceylanı yakalayıp, bir ısırık aldıktan sonra pişman olup, üzülüp onu iyileştirmeye çalışan bir aslan gördün mü?

—Ben hiç aslan veya ceylan görmedim ki...

—Yanlış sorulara cevap veriyorsun ya neyse... Göremezsin. Aslanın bu en mutlu anı ceylana ölüm, ailesine yıkım getirir. İşte hayat aslanlarla doludur. Eylemlerinin sonuçlarını düşünmeyen veya sadece kendi bakış açısı, ihtiyacı veya isteklerine göre karar veren, bencil, aç, acımasız aslanlarla...

—Peki ama "yalnızlığım" dedin. Bildiğim kadarıyla eşin, dostun, arkadaşın, yoldaşın çok. Bunca kalabalığın içinde yalnız kalmak senin tercihin sanki.

—Haklısın, eksik söyledim. Bedenimde hiç yalnız olmadım. Yatağımda neredeyse hiç. Asıl yalnız bırakılışım fikirlerimde, aykırılığımda, vermek istediğim savaşlarda, sıktığım yumruğumda. Boğazımı yırtarcasına bağırırken yalnızım. İtiraz ettiğimde, protesto ettiğimde yalnızım. Gezegen, "ağzımızın tadı kaçmasın"cılarla, "başımızı belaya sokmayalım"cılarla dolu olduğu için çok yalnızım. Ahh, şu lanet olası eylemsizlik! Bu yüzdendir ki çekinerek de olsa azıcık sesini çıkarabilen, minicik bir itirazda bulunabilen insanları kendime daha yakın görürüm. Onlara sarılır, teşekkür ederim. İnanabiliyor musun! Herkesin yapması gereken şeyleri, herkesin yapması gerektiği miktarın onda birini yapabilen insanlara muhabbet besletiyor hayat sana.

—...Keşke kısa cevap hakkımı kullansaydım.

—Kısa olanı mı istiyorsun? Hayhay! Babamın cansız ve soğuk bedenine dakikalarca bakıp hayatımın en abartılı kahkahalarını atmıştım. Çok büyük acı içindeydi ve öyle umuyorum ki ölüm onun için kurtuluş ve özgürlük kapısı olmuştu. Çok özlüyorum ama... Rüyalarımda nasıl bir yerde olduğunu soruyorum babama. Orada da acı var mı? Ölüme bu kadar yakın olup aynı zamanda onunla karşılaşmak için aşırı korkak olmak acılarımın en büyüğü sanırım.

—Üzüldüm bunu duyduğuma...

—Hangisini?

—Sanırım hepsini.

—...

—İyi misin?

—Evet, evet, çok iyiyim. Kelimenin doğrusu aslan mıydı asslan mı bu arada?

—Sanırım her ikisi de kullanılıyor.

—Peki. Şimdi gitmem gerekiyor. Babana iyi bak lütfen.

— ...