Eylül, verdiği serinlik ve çöküntü sinyalleri ile, daha ilk günden beni varlığından haberdar ederek adeta kulağıma "ben buradayım" diye fısıldıyor. Elimdeki ve zihnimdeki işleri ayıklayıp hazırladığım acı bir kahve eşliğinde sigara içiyor, çalıştığım ofisin yangın merdiveninden çevredeki sanayiiden bozma yarı-çeyrek manzarayı seyrediyorum.


Ansızın karşı karşıya gelmekte olan yakışıklı bir oğlan çocuğu ile güzel bir kız çarpıyor gözlerime. Yakın mesafeden birbirlerini ıskaladıktan sonra oğlan kıza dönüp bir defa daha bakıyor, sanki onu son defa göreceğinin çaresiz bilincine kendini şartlamış gibi bir hali var. Kahvemi ve sigaramı benimserken tıpkı o oğlan çocuğu gibi farkında olmadan son defa baktığım ve son defa baktığımın farkında olduğum ne kadar çok şeyin olduğunu, hayatımdan gelip geçtiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Son defa gördüğümün bilincinde, aynı zamanda da üzüntüsünde olduğum aşklarım, arkadaşlıklarım ve hayatımda yaşadığım bütün güzel anılarım, hepsi birkaç saniye içinde zihnime sert bir baskı uygulayarak yıkıcı bir biçimde ruhumu okşuyor. Ben hâlâ olduğum yerdeyim fakat zihnim, bir çeyrek asır boyunca kendi zamanında çıktığı yolculuğu çoktan tamamladı.