Ez bîra te dikim


Gecelerinin muazzam duygu yüklü sancılarından irkildi ve kütüphanesinden bir kitap alarak okumaya başladı ki şu satırlara denk geldi.

“Seni özledim,özlüyorum bir çok dilde söylenebilir ama sanırsam bu kalıp,yüce özleme duygusuna yeterli gelemez. Özlemek kolay iş değildir,öyle kilometrelerce uzaktakini herkes özler,mesele yanı başındakini özleyebilmek. Mesele,bir günaydını duymak için sabahı beklemek.Mesele,her an sevgiyi hissedebilmene şükrederek, bir yandan da bu durumdan yoksul kalmanın ihtimallerini unutamayarak,bu derin kederde kıvranabilmek. Mesele,sabahları onunla uyanmak değil,onu uyanmadan henüz uykusunda seyretmek. Mesele,bir buket çiçek almak değil,aşkın için bir çiçek dikmek. Mesele,beyaz çarşaflar serili sofralar değil,onun elinden bir bardak su içmek.Mesele,sevilmek değil katiyen,sonsuza sevmek ve sonsuzca sevmek.”

 Şimdi adam,kadının buğday teninden ve kahve rengi gözlerinden gelen toprak kokusunu bir kere bile içine çekememişken,özlemek duygusu altında öyle ezildi ki bütün kaburga kemikleri iç organlarına batıyor gibi oldu. Tonlarca ağırlıktaki bu duygularla beraber hayal dünyasına dalınca, o kadına yıllar sonra, EZ BÎRA TE DİKİM dediğini gördü. Bu o kadar hoşuna gitti ki bulunduğu yıkıntılar içinde bile bir anlığına gülebildi. Adam farkında olamasa da bu kadını özü gibi gördüğünden,kurduğu hasretli bir kürtçe cümle,bir koca türkçe paragraftan daha anlamlı gelmişti ona.