Kafamın içi allak bullak, kendi kendimle kalmayayım diye sürekli meşgul olmaya çalışıyorum. Ama en ufak boş kalışımda, içimde kalan şeylerin boşluğu haykırıyor. Bana dileniyorlar. Biçare söz hakkı isteyip sonra da hiç susmuyorlar. Dışarıdan görseniz beni o an sessiz sakin, belki de dalgın dersiniz, halbuki ben konuşuyorum aslında, benden içeridekilerle. Sonlandırmak istesem de susmuyorlar, benden istekleri hiç bitmiyor. Yeni bebeği olmuş fakir bir baba misali, bu içimdeki bebeklerin isteklerine yetişememek fakir bedenimi yoruyor artık. Ama senin de bir parçan ya onlar, kurtulamıyorsun da. Onlara göre her şey mümkünken gerçek hayatla yüzleşmiş olan bende ise yediğim binlerce tokadın kızarıklığı var. Dedim ya, fakir bir babayım ben, başı hep yere bakan, elleri birbirine bağlı, çaresiz ama gururlu bir baba. Hiçbir çocuğu üzülmesin diye her şeye tamam diyen ama nasıl yapacağını kendi de bilmeyen... Ben de o şekil, her coşkun hayalime tamam diyorum ama nasıl olacağına dair en ufak bir fikrim yok. Ama babalar güçlüdür değil mi, ne yapar eder çocuklarını üzmez. Ben de çocuklarımı üzmeyeceğim. Nasıl yapacağımı bilmesem de tamam deyip hepsini bir bir gerçekleştireceğim. Çünkü ben bir gün öleceğim ama yaşıyorken yaşattıklarım ben yokken de var olacak. Babalar yaşamlarını çocuklarına adarmış, çocuklar için babaları ölümsüz olurmuş bu nedenle. Benim çocuklarım da hayallerim ama beni ölümsüz yapacak olan durup da dinlemeye fırsat bulamadığım o sesler. Ben onları dinlemeye gidiyorum. Ben ölümsüz olmaya gidiyorum...