“Ew çı mışke, ketiye zamane we!”



Toprağından biçilip uzaklara sürülen Hasan yıllar sonra bizim köye gelmişti. Fransa’daki durumları, köyün burnunda tüttüğünü anlatıp duruyordu. Ninemi ziyarete gelen Hasanı dikkatle dinliyordum, başka bir derdi vardı Hasan’ın. 


Uzaklaşınca daha iyi görünen manzaralara dalıyordu Hasan, ninemin ilginç sorularına yanıt vermeye çalışırken bir yandan da kaçamak bakışlarla gençleri izliyordu. 


Ninem elindeki sopayı Hasan’ın ayakkabısının ucuna doğru savurarak dikkat çekmeye çalışıyor, kendi sorularına yanıtlar arıyordu. Hasan eskiden tanıdık olduğu kadar yabancı gelen bu kaosa anlam vermeye çalışıyordu. Babam göz ucuyla Hasan’ı izliyor, kafasının içinde yine erkek kardeşlerimle yarıştırıyordu onu. Ayrıca Fransa’dan gelen Hasan’ın anlatacak çok şeyi vardır diye babam ve ninem kadar ben de kulak kabartıyordum.

Havalı görünmek için tüm akışı anladığım halde Hasan’a ninemin daha önce sormuş olduğu bir soru yönelttim, fakat Türkçe konuşmaya çalıştım. Hasan’ın vereceği yanıtın hayatımı sorgulamama neden olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Çoktu bizim ailenin Hasanları, Bilalleri, Yusufları, Arafatları. Hasan gider, yarın Bilal gelirdi, ninem çok popülerdi, kadın başına erkeksiz kalan evini ocağını koruma görevi ona düşmüş zamanında. Teyzesinin nişanlı kızıyla kaçıp onu dört çocukla bırakan dedemden daha popüler olduğu söylenebilirdi en azından.


Hasan’a; Sen kinge Fransa’dan gelmişkiri, dedim. Demez olaydım, etrafımı saran kuzenlerim, babam, ninem, Hasan hepsi bir ağızdan gülüp örneklerimi çoğaltmaya başladırlar.


“Eeee, gelmişke,

Gitmişke,

Söylemişke,

Dewamke….”


Örnekler artarken kahkahalar yükselmeye devam ediyordu.Türkçe konuşmaya çalışan benim, Kürtçe ile imtihanım, ya da tam tersi. Ortaya çıkan cümlenin hiçbir anlamı yok. Utancımı gölgeleyen Hasan’ın şakasıyla düşüncelere daldım.


Hasan,

"Ew çı mışke ketiye zımanı we.” Dedi.


Size şu cümlenin anatomisini yapmak istiyorum, biraz da Hasan’ın derdini masaya taşımak. Mışk, Kürt’çe fare demek ve türkçeleşen ve sadece bir ek ile kendini kürtçe sanan bazı kelimelerin sonuna getirilen -ke ekiyle oluşturulan cümleler fareye benzetiliyor ve ağzınızda bu farelerin ne işi var diye soruyor Hasan.


Dil canlı bir organizmadır, dili yaşatabilir, büyütebilir, geliştirebilir, bozabilirsiniz. Kullanıldığı kadar varlığını sürdürebilen bu organizma bizim dilimizde izin verildiğince kavramı ile yolunu buluyor.


Yan mahalledeki nineyi, pazardaki amcayı, ya da artık yan mahalle de değil, aynı evdeki yaşayan son kuşak ve en genç kuşak dildeki kopukluk yüzünden iletişim kuramıyor. Dilbirliği hareketi ile sağlanabilecek son bir kalp masajı ile belki kurtarılabilir bir şeyler bulabiliriz. 


Hasan, dilimizi kemiren fareleri hangi değirmen besliyor bilmiyorum. Umarım öğreniriz.