Dikişleri birbirine tutunacak kadar denk olacak şekilde katladığı renk renk kumaşları özenle alıp raflara yerleştirdi. Kumaşları katlamak için o kadar zaman kaybetmişti ki raflara uzanırken kollarının artık acıdığını fark etti. -Yaptığı her işi bu kadar titiz yapardı. Kafasında susturamadığı her fikir onu daha da titizleştirirdi.-Tekrar yavaşça yerine oturdu. Dikiş makinesinin başına geçtiğinde tüm sorunlarını dışarıda bırakırdı. Birbirine uyan renklerdeki ipleri ve kumaşları birleştirdikçe mutlu olur, keyifle saatlerini bu masada harcardı. Her zamanki hevesiyle yine dikiş makinesinin başına geçti. Dükkanın çatlak camına yansıyan güneşin parlattığı yeşil ip gözüne çarptı. Elindeki kumaşa en uygun renk buydu. Hemen ipi seçti, makineye yerleştirdi ve yavaş yavaş dikiş dikmeye başladı. Kenarda kumaşlar biriktikçe hızlanıyordu. Saatler ilerliyor ama o hiç vazgeçmiyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla başlayan işi gecenin en koyu karanlığında bitmişti. Dükkanın cılız ışığı artık dikişleri rahat görmesini engelliyordu. Yavaşça makineyi durdurdu, kumaşları topladı ve yerinden kalktı. Kapıya doğru yöneldi. Dışarıdaki şehir hayatı hâlâ devam ediyordu. Dükkanın tam karşısındaki mekanda simsiyah kıyafetlerini giyip saçlarını o yılın modasına uygun şekilde tarayan şarkıcı büyük bir coşkuyla şarkısını söylerken insanlar keyifli bir şekilde ona eşlik ediyordu. Bu mekanın yanındaki butik bir kafede genç çiftler, aileler ve çocuklar bir arada oturup keyifle kahvelerini yudumluyordu. Bir sonraki yerde ise caddede yaşayan gençler toplanmış yanlarındaki mekanın şarkıcısına aldırmadan bir teli kopuk gitarlarının son gücüyle kendi şarkılarını söyleyip insanlara gülümsüyorlardı. Caddenin daha da ilerisinde evlerinin balkonunda yedikleri yemekten sonra keyif sigaralarını içen insanlar vardı. Cadde bu kadar kalabalıkken bütün gün boyu dükkana bir kişi bile adım atmazdı. Bu kadar ışıl ışıl bir caddede fark edilmek zordu. Zaten onu bütün hayatı boyunca kim fark etmişti ki? Sabahları güneş doğarken açtığı dükkanını gece hava kararınca kapatırdı. Dükkanın camına asılı olan “Açık” ve “Kapalı” kartı uzun bir süredir boşu boşuna çevriliyordu. Hiç kimse yeni aldığı herhangi bir kumaş parçasını getirip yaptırmıyordu. Herkes beğenmediği şeyleri ya başkasına veriyor ya da başkası giyer diye çöp kutularının yanına bırakıyordu. Ancak bunun dışında başka bir sorun da vardı. Bu dükkanı kimse görmüyordu. Işıltılı caddenin ortasında yer alan ve artık herkesin terk ettiği boyaları dökülmüş, çatısının yarısının çökmüş olduğu bu eski apartmanın bodrum katında yer alan dükkan dışarıdan bakıldığında gözükmüyordu. İnsanlar önünden geçip gidiyor, ellerindeki çöpleri bu eski dükkanın camına fırlatıyorlardı. Kimse dükkanda tüm gün duran “Açık” kartını dikkate almadan ilerliyordu. Oysa o, tüm gün boyunca özenle katladığı kumaşları uygun iplerle eşleştirip herkese uygun elbiseler ve takımlar dikmeyi çok severdi. Bu yalnızlığı kendisi mi tercih etti yoksa hayat mı ona bu yola itti bilinmez ama bir akşam daha oldu, “Kapalı” yazısı caddenin ışıklı sokaklarına döndü ve o, yeni bir günü doğurmak için dükkanın içerisindeki odada yer alan ufak ve kırık yatağına tekrardan uzandı. Gün boyu uyanık kalabilmek için içtiği kahvelerin fincanlarının masasında bıraktığı kalabalık onu bu korkunç yalnızlığın ızdırabından kurtarıyordu. Dışarıda birbirine karışan insan ve müzik sesleri artık onun için bir melodiydi. Dükkana yansıyan renkli ışıklar gözlerine çarptıkça uykusu geliyordu. Özenle katladığı kumaşlarla gurur duyarak keyifli bir uykuya daldı.