Ben senin hayatının bir seyircisi değilim.

Seni ilk tanıdığımda sahne performansına bayıldım. Hatta bazı kısımlarda "Ne güzel oynuyor ya! Çok otantik bir karakter. Kendimi onda görüyorum." bile dedim. Zamanla şunu fark ettim ki sahne senin evin ve sığınağın. Rol oynamak senin kimliğin ve kişiliğin. Ve bu hiç ben değilim. Bir rol ezberlemişsin ve durumdan, sahneden bağımsız hep aynı performansla onu oynayıp "bu benim" diyorsun. Büyük bir yalan. Konuyu yine sana getirmeyeceğim çünkü sahnedeki karakterin fazlasıyla ilgi görüyor.


Son sahnelerden biri beni bayağı etkiledi. Müzik, aramızdaki bana göre kıymetli bir tutku ve bağ. Açtın, paylaştın. Yine "Ah, ne güzel! Bu karakter beni anlıyor." dedim ve yine aynı hayal kırıklığını yaşadım. Müziğin sesine, başına, sonuna sen karar verdin. Hatta başlamadan nasıl çalacağını ve hangi kısmın iyi olduğunu önceden belirledin. Yine aynı karakter farklı sahne.


Belki bu kadar dramatik bir geçmişim, psikolojiye ve felsefeye ilgim olmasa seni her defasında alkışlar hayranlık duyabilirdim. Ama sahnelerin her bitişinde benim de içimde heyecan, umut ve anlaşılmış hissi bitiyor. Geriye kalan, çocukluğumda beni saran karanlık duyguların geri dönüşü... Yalnızlık, değersizlik ve görülmemezlik.


Kendime daha fazla yalan söyleyemeyeceğim. Anlık hoşuma giden sahne, karakterin aslında geçmişimle verdiğim savaşlarıma haksızlık.


Bu yolu tekrar yürümek istemiyorum. Zorunda kalsam bile seninle istemiyorum.


Farklı rollere girip, farklı sahneler oynayıp, kendimden vazgeçip geriye kalan benliğime yenilikler katmaya cesaretim var. Belki bir gün izlersin.