Bir sen, bir de ben.
Farklı şehirlerde şimdi.
Masum bir kızın sağ duyulu elleri,
Bir vaşağı öldürmüşçesine bakan gözlerini kesiyor.
Boşluğa doğru inceden inceye uzanıyor.
Sen bir güle eğilimlisin ama koparıp sana vermiyorum.
Amsterdam üzerinde saat akşam 8'i buluyor,
40 yaşından büyük olanlar usulca evlerine dönüyor.
Gudubet kadınlar sokak üstlerinde aydınlanıyor namütenahi dillerinle.
İşte tam o vakit sana bakıyorum,
Sana bakarak içimde uzanan gülü sana doğru filizlendiriyorum.
Bir yanımı sen söylüyor.
Oysa sen başka şehirde, ben başka şehirde.
Kaldırımların ve sokak isimlerinin farklı olması rasyonel kılıyor.
Gökyüzünü paylaşıyoruz seninle, bir ömür yetmezmiş gibi.
İnceden uzanıyor hislerim sana doğru.
Her gün yediğimiz acılar ayrı hoş gelmeye başlıyor,
12'den sonra içtiğimiz alkolleri şarap yapıyoruz seninle.
Bu rasyoneldir yaşadığımız yerdendir diyorum.
Diyorum, sana bakarak.
İçimdeki gülü bir nebze daha olsun büyüterek diyorum.
40 yaşındakileri ve saatleri umursamayarak,
Sigaranın kaç dal kaldığını, nereye gideceğimizi bilmeden diyorum.
Bu ilkeden daha bıçkın bir tamlama daha biliyorum.
Birincisini kağıda yazarak sana doğru uzatıyorum, hürlüğe ve protestolara isyan ederek.
İkincisini bir balyoz darbesiyle kırarak sana doğru koşması üzerine vahşice öldürülen bu atlarımı salıyorum üzerine.
Üçüncüsünü kum saatine doldurup gelişini bekliyorum, sen yalnızlığa doğru uzanırken.
Pek de şiir yazmasını bilmem oysa.
Sonuçta bir sen, bir de ben.
Konusu geçen bunca zaman ardında kalan onca hüznün ve mutluluğun ardından sana doğru fısıldıyorum;
Aynı gökyüzünü paylaşacağız mehtaba karşın
Ve hangi otobüse binersen kulağında çalan ince bir tını olacağım.