Çağımızda hala etkisini üzerinden atamamış ve eski yıllara gittiğimizde de karşımıza çıkan sorunlar bütünün bir parçasıdır, “insanı insan olduğu” için önemsemememiz ve daha da ileri giderek kadın olduğu için ötekileştirmemiz. Kadının teorik bilimlerden soyutlanması sorunun en acı fakat en gerçek halidir. Varoluşçu filozof olarak Sartre'ın ifadeleri de çok ilginçtir: ''Erkek bakan, kadın bakılandır.'' bu ifade bağlamında, Sartre'ın kadınlar için çizmiş olduğu profil son derece nettir. Sartre için erkek topluma karışır, kadın ise son derece oikos'a (ev) bağlıdır. Bu noktada konuyu tam olarak Aristoteles'in ifade ettiği gibi algılıyorum: "İnsan için oikos'ta praksis'ten söz edemezsin." Yani evde bir insanın eyleminden söz edemezsin. O insanın elbet topluma çıkması gerekir. Çünkü oikos ve polis (toplum) eşit değildir. Karşıttır.

Geçmiş çağlar boyunca ve günümüz çağında da kadının kadın olmak bakımından son derece zorlukları vardır. Bu geçmişte de böyle olmuştur, nitekim korkuyla, baskıyla eğitimden uzaklaştırılarak toplumun dışına zorla itilmek istenen kadın kendi ereğini tamamlayamamış ve mutlu bir insan olarak hayatını sürdürememiştir. Bu bakımdan sorulabilecek olan soru kendi varoluşunu tamamlayamamış pasif kadın rolünü taşıyanlar mutlak anlamda dunamis'i (gerçekleşmemiş olmayı) temsil etmezler mi? Aristoteles'in söylediği gibi ''Asıl olan bir ruha sahip olarak yaşamak değil, bir ruha sahip olarak etkin yaşamaktır.'' Bu bağlamda oikos'a mahkum edilmiş kadınlarımız etkinliği hangi anlamda yaşayabilirler, korkutularak pasifleştirilen kadınlarımızın hayatıyla alakalı eudaimonia’dan (mutluluk) bahsedilebilir mi?

''Bir başkasının amacı için değil, kendi amacı için var olan insana özgür insan deriz.'' Toplumun derinliklerine itilerek, boğulmaya mahkum bırakılan kadınlarımız ne kadar özgürdür? 

Yeşilçam filmlerinde kadınlarımıza biçilen rol, bir erkeğin ideali ile toplumun amacı için yaşatılması ve kadınların kendileri için var olmayı başaramayan varlıklar olarak yansıtıldığı gözler önüne serilir. Tam olarak bu algı kadınlarımızı toplumdan uzaklaştırarak eve bağımlı kılar. Kadınlarımızın bu derece sığ yetişmelerinin veya yetiştirilmelerinin sebebi nedir? Kız çocuklarımızın son derece içe dönük yetişmelerinin sebebinin kesinlikle kendileri olduğunu düşünmüyorum. Kendi tercihlerine göre karar verdiklerini düşünmek akıl işi değildir. İzin ve imkân verilse, kendi dünyalarına hapsedilmiş kızlarımızdan hangi başarılar, kültürümüze, bilim dünyamıza katkı sağlayacak yararlı işlerin peşinden gideceklerine şüphe duymuyorum. Bizim kültürümüz, böyle bir sığ yaşam şartlarını kaldırabilecek kadar dar yelpazeye sahip değildir. Kadınlarımızı ve kızlarımızı bulundukları durumdan çıkmalarına, kendilerini aşmalarına izin vermeden bilim yolunda bu millet ilerleyemez. İlerlediğini sanır fakat yerinde saydığını göremez. Kızlarımız bir ülkenin yapı taşlarıdır. Ona hak ettiği ve aslında onun olan özgürlüğü verilmediği sürece hiçbir şey değişmez, değişmediği gibi geriler.

Felsefe erkek merkezci yapısından sıyrılmalı ve insan merkezci bir felsefi düşünüşe kapı aralamalıdır. Bu durum ise ancak insan için felsefe yapmakla mümkün olacaktır. İnsan özgürlüğü ve eşitliği tüm insanlığı kapsar. Mac Kinnon kadınsal ırkçılığı en iyi ifade eden şu cümleyi kurar: ''Bir kadın olmak insan olarak görülmek için henüz yeterli değildir.''

Bu konu bağlamında sorulacak asıl sorulardan birisi de kadınların felsefe dışına atılması ne gibi farklılıklara neden olmuştur? Felsefe tarihine şöyle bir göz atalım.

Pre-Sokratik ve İonialı filozoflara baktığımızda cinsel üremede kadın ve erkeğin eşit olarak görülmediğini fark ederiz. Çünkü bazıları üremede erkeğin işlevinin daha önemli olduğunu söyleyerek kadının işlevini küçümsemiş görünür. Pythagorasçılara geldiğimizde ise, bu topluluk ruh göçüne inanan aşırı dinci felsefi bir topluluktur. Katı kurallara sahip bu topluluk ; sessiz olma, ekmeği bölmeme, ilk önce sağ ayağına ayakkabı giyme, ateşi kılıçla karıştırmama ve asla balık yememe gibi kurallara sahiptir. Pythagorasçılar için beden öldükten sonra ruh ölmez ve başka hayvanda örneğin; kedi, köpek vs. gibi varlıkların bedeninde yaşam bulur, daha sonra ise bir insanın bedeninde var olur ve bu döngü bu şekilde devam eder. Bu katı kurallara sahip felsefi toplulukta asla kadın ile erkeği eşit kabul etmemişlerdir. Yönetmek ve egemen olmak erkeğin erdemiyken kadının erdemi erkeğe itaat etmek ve erkeğin egemenliğini alçak gönüllü bir biçimde kabul etmektir. M.Ö. yaşamış olan bu topluluğun kadına biçtiği rolün aksine belki de günümüze eklenerek gelmiş olan, cinsiyetçilik kavramı içinden kaç kadın buna karşı koymak için tüm gücüyle savaşmıştır? Bunu bilemiyoruz fakat onların susmaya mahkum edildikleri kesin.

''Felsefe, insanın acılarını ve sıkıntılarını ortadan kaldırıp onları tedavi edemiyorsa boş ve anlamsızdır; çünkü nasıl hasta bedenleri iyileştiremeyen tıp sanatının bir anlamı yoksa insan ruhunun çektiği acıları iyileştirip tedavi edemeyen felsefenin de bir anlamı yoktur.'' Bu sözleri sarf eden filozof Epikuros çok önemli bir noktaya değinmiştir. İnsanın ruhsal yönden çektiği acıları dindiremeyen felsefenin bir anlamı yoktur. Fakat daha da önemli olarak, kadının yüzyıllarca çektiği acıların sesine kulaklarını kapatan, onların sessizliğine ses olmayan insanlık sanatının da hiçbir anlamı yoktur. Çok değerli kadın filozofların felsefe tarihinden silinmesine ses çıkarmayan, hoş gören, o değerli kadın filozofların seslerinin duyulmasına müsaade etmeyen felsefe midir? Yoksa felsefe yapan erkek filozoflar mıdır? Kadına ilişkin bu yanlış kavrayışın faili kimdir? Yüz yıllarca kadını hedef alan bu yanlış saptamanın sorumlusu tam olarak kesinlikle şudur diyemeyiz fakat erkek filozofların bunda hiçbir katkı payı yoktur da diyemeyiz. Felsefe tarihinin kendisi ırkçıdır ve ırkçılıklarla doludur.

Kadın filozofların felsefe tarihi kitaplarında anılmaması, bahsedilmemesi bizlere felsefe denince akla erkek filozofların sözleri veya araştırma yaparkenki hallerinin bir çeşit argüman ile fikir geliştirmemize, hiçbir kadın filozofu felsefeci olarak duymadığımızdan kaynaklanan bir saptamadan dolayı aklımızdan geçiremememize sebep olmamış mıdır? Ne yazık ki kadın filozofları felsefenin içinde görmek için 1690'lara kadar gelmemiz gerekir. 1690 yıllarında Gilles Menage ''Kadın Filozoflar Tarihi'' adlı çalışmayı yayınlar. Menage'in amacı felsefe de kabul görmüş olan, kadınların felsefe tarihinden itilmesiyle oluşan yargıları yıkmaktır. Buna karşılık Menage Aristoteles'e kadar en az 20 kadın filozofun adını anar. Menage'nin Kadın Filozofların Varlığına Dair kitabını 1984 yılında Beatrice H. Zeller tarafından İngilizceye çevrilir. Çalışmasının amacı şöyle özetlenebilir:

I. Felsefe tarihini eleştirel bir biçimde sorgulama 

II. Geçmiş filozofların cinsiyetçi ırkçı söylemlerini ortaya çıkarma                             

III. Kadınları neredeyse felsefe tarihinden silme isteminin sosyal, etik-politik ve tarihsel nedenlerini gösterme.

Kadın filozofların duyulmayan, duyulmasına izin verilmeyen sesi olan bu yazarlar, bilinmeyen felsefenin derinliklerinde boğulmaya mahkum bırakılan kadın filozofların hepsini olmasa da birkaçını karaya ulaştırmayı, gün yüzüne çıkarmayı başarmışlardır.

Felsefe denince akla hep bir erkek araştırmacı geliyor, bunun sebebi yıllarca kadın filozofların tek bir tanesinin bile ismini duymamamız ya da herhangi bir kitapta okumamamız olabilir mi? M.Ö. 500-600'lü yıllara gidelim. Thales'i sanıyorum ki birçok kişi tanır. ''Su her şeyin ilkesidir.'' argümanını ileri süren ve felsefenin ilk temsilcisi kabul gören filozof. Aynı zamanda geometrici, çemberin içine dik üçgen çizme yöntemini bulan kişidir. M.Ö. 570 yılları civarında yaşadığı kabul edilen Rodoslu Kleobulina'yı sanıyorum ki bilmiyorduk. Kleobulina, yedi bilge arasında anılan Kleoulus'un kızıdır. Menage'e göre tıptaki bir uygulama ona atfedilir. İlgili uygulama ile kan derinin yüzeyine çekilir ve tedavi edilir. Aristoteles Poetika ve Retorik'inde ondan bahseder. M.Ö. 5.ve 6. yüzyıllar arasında yaşamış olan bir diğer kadın filozof Krotonlu Theano'dur. Theano; ''düşünmeyen bir kadın olmaktansa başıboş bir at olmak daha iyidir.'' diye vurgular. Ruhun ölümsüzlüğüne inanan Theano için ''Eğer ruh ölümsüz olmasaydı; yaşam kötüler için bir bayram ve eğer her türlü rezilliği yaptıktan sonra ölselerdi ölüm de ancak bir kazanç olurdu.'' Önemli gördüğüm bir diğer kadın filozof Spartalı Phintys. M.Ö. 300'lü yıllarda yaşadığı biliniyor. Phintys'den bize ulaşan “kadınların ölçülülüğü” adlı kitabından kalan iki fragman vardır. Ona göre kadınların asıl erdemi her şeyde bilgece ölçülü olmaktır. O dönemde, kadınların ata binmesi, felsefe yapması ve kamusal etkinliklere katılması kabul görülmüyor; yakışıksız bulunuyordu. Phintys kadınlara yönelik tüm bu yasaklara, sınırlandırmalara karşı çıkar. Onun için kadın ve erkeğin sahip olduğu yetenekler aynı olmakla birlikte yine de her iki cinse özgü farklı yetenekler de vardır. Adalet, cesaret ve bilgelik hem kadına hem de erkeğe aittir. Bir diğer kadın filozof I. Periktione'dir. Ona atfedilen iki metin vardır. ''Kadınların Uyumu Üzerine'' ve ''Bilgelik Üzerine''. Periktione kadınların felsefe yapmasını destekler; çünkü eğer kadınlar felsefe yaparsa diğer erdemleri de öğrenebilirler; örneğin adalet ve cesaret kadının kendisine ve ailesine uyum ve mutluluğu getirir. Bu bağlamda kadının varsayılan erdemleri gerçekleştirmesi ailenin de yararına olacaktır. Periktione için kadının aşırı süslenmesi ve bedenine gereğinden fazla özen göstermesi onu ahlaki olarak bozar. Çünkü ona göre; Gerçek güzellik bilgelikten gelir. Yaşamın asıl ilkesi yalınlık, duruluk ve ölçülülük olmalıdır. O nedenle; ölçülülük her erdemin giriş kapısıdır; ölçüsüzlük de her kötülüğün ilk adımıdır. Tüm bunlara karşılık Periktione feminist değildir. Periktione'ye göre evlilikte sadakat kadın için çok önemli, erkek için ise affedilebilir bir şeydir. ''Akıllı ve ölçülü olan bir kadını, cesur ve uyumlu bir kadın olarak görüyorum. Böyle birisi, yalnızca kocasına karşı değil, çocuklarına, akrabalarına, hizmetçilere ve bütün eve karşı iyilik dolu olur. Onları lükse yöneltmez sadece edepli sözler söyler ve işitir. En sonunda kocası neyi hoş buluyor, neyi hoş bulmuyorsa o da öyle bulacaktır; yoksa onun tümden anlamsız bir kadın olması gerekirdi.'' Pythagorasçı kadın filozoflar uyumun önemli öğesi olarak itaati kabul gördüler. Ancak bu onların tamamen itaat içinde olduklarını göstermez. Bununla alakalı bir anekdotu paylaşmak gerektiğini düşünüyorum. Pythagorasçı kadın filozof Timykha, tiran Dionysios'a Pythagorasçı sırları vermeyi reddeder. Bunun üzerine tiran karnı burnunda olan Timykha'ya işkence eder. O tüm işkencelere direnir ve Pythagorasçı sırları vermek yerine dilini koparır ve tiranın yüzüne tükürür. Bütün Pythagorasçı kadınlar erdemli olarak saygıyla anılırlar. Pythagorasçı kadın filozofların sayısının 28 civarında olduğu söylenir.

Sırada Miletoslu Aspasia var. M.Ö. 460'lı yıllarda yaşadığı bilinmektedir. Aspasia çok ünlü bir retorikçidir. Miletos'tan Atina'ya gelen Aspasia kendinden 30 yaş büyük olan Perikles ile nasıl evlendiği hakkında pek bir şey bilinmiyor. Perikles'in Atina'da koyduğu bir kanun ile yabancılarla evlenme yasağı, yani ülke dışından gelenlerle evlenme yasağını getirerek, daha sonra yasağı kaldırıp Miletos'tan gelen Aspasia ile evlenmesi son derece hayret vericidir. Aspasia, komedi yazarlarınca aşağılandı ve alaya alındı. Onun için heteira (bedenini satan kadın) tabiri kullanıldı. Aspasia, Ksenophanes'in, Sokrates'ten Anılar adlı kitabında saygıyla bahsedilir. Ona ithaf edilen ''özgür ruhlu kadın'' ifadesi o günler için iyi bir niyetle kullanılmadığı açıktır. Aspasia özgürlüğünü bir toplantı merkezi açmakla getirmişti. Ünlü ve önde gelen politikacılar, sanatçılar ve filozoflar Aspasia toplantı merkezinin ziyaretçileriydiler.

Meneksenos diyaloğunda Sokrates bir cenaze konuşması yapmak durumundadır; ama bunu kendisinin yapamayacağını söyleyerek Aspasia'yı önerir. Ayrıca; Aspasia'nın kendisinin hocası olmakla kalmadığını onun birçok retorik ustası yetiştirdiğini ve ayrıca Perikles'i yetiştirdiğini belirtir. Sonuç olarak; Sokrates Aspasia ile çok yakındı ve felsefi tartışmalar yapıyordu. A. Schmidt, Perikles ve Çağı adlı yapıtında şöyle demektedir: ''Sokrates, özellikle Aspasia ile düşünce alışverişi yapması sayesinde, bugün bizim de onu saydığımız gibi, büyük bir filozof olmaya ulaştı... Felsefe yapmada 'Sokratik Yöntem' olarak bildiğimiz yöntemin 'hakikatte Aspasia'nın yöntemi' olduğu ve onun öğrencisi olan Sokrates'in bunu gençlik yıllarında ondan öğrendiğidir.'' Waithe yalnızca Sokrates'in değil Platon'un da retoriği Aspasia'dan öğrendiğini söyler.

Kynik Filozof Hipparkhia'ya göre ise gereksinimi olmayan insan özgür insandır; insanı köleleştiren gereksinimlerdir; onlar insanı toplumun kurallarına ve zorlamalarına bağlar. Bu bağlamda Hipparkhia kadına biçilen geleneksel kadın rolünü reddediyor ve bunun öncülüğünü yapıyordu. Antipater onunla alakalı bir epigramda şunları söyler:

''Ben Hipparkhia, kadınların alışkanlıklarını izlemedim; bunun yerine erkekçe olan cesareti ve güçlü köpekleri takip ettim (Kynikleri). Ne elbiselerimde ve ne de boynumda/ellerimde ve ayaklarımda değerli taşlar istedim. Güzel kokularla bezenmiş başlıklarım da olmadı. Bunların yerine bir değnek, çıplak ayak ve üstümü örten şeyler ve yumuşak bir yatak yerine sert bir yerle yetindim. Böyle bir yaşam Trakyalı bir kızın yaşamına tercih edilir; çünkü avlamak bilgelik peşinden koşmak kadar değerli değildir.'' Felsefeyi basit bir öğreti olarak görenler için son derece çarpıcı açıklamalardır bunlar. Felsefe analitiktir. Felsefe diyalektiktir. Tam bu sırada söylenecek en güzel söz şudur: “Felsefe entelektüel züppelik için pahalı bir uğraştır.”

(Prof.Dr. Hatice Nur Erkızan)                                              

Epikuros'a geldiğimizde Epikuros; araştırmamın sınırları dahilinden içeri alabileceğimi düşündüğüm filozoflardandır. Bunun sebebi 'Bahçe' adıyla anılan okuluna kadınları ve köleleri alan ilk filozof olma özelliğini taşımasıdır. Eudemonia (mutluluk) en önemli temsilcilerinden biri olan Epikuros için mutluluğun önündeki en büyük engel korkudur. Korku duygusu aşılmalı aksi halde korkuyu hayatından çıkaramayan insan mutlu olamaz. Tıpkı günümüzden örnek verecek olursak insanlarımızın fakat daha çok kadınlarımızın toplumdan, anne ve babadan, akrabalardan korkarak özgürlüğüne, düşüncelerine, isteklerine kilit vurması gibi. Korkmak yaşamın asla mutlu olamayacağın yanıdır. Korkmak baskıdır. Korkmak susmaktır. Korkunun beraberinde getirdiği kısık sesler insanlıktan/insanlığımızdan çok fazla şey götürmektedir. Tekrar Epikuros'a geldiğimizde, Epikuros'un kadınlara ve kölelere eşit davranması o dönemin yazarlarının Epikurosçuluğa karşı pek de dostça olmamasının sebebiydi belki de. Epikurosçu kadın filozof, Themista'nın bilgeliği konusunda derin bir saygı söz konusuydu. Cicero ondan söz ederken ''Themista’dan daha bilge" diye söze başlar. Fakat aynı Cicero, Themista hakkında çok kalın kitaplar yazmaktansa Solon ve benzeri erkekler hakkında yazmanın daha iyi olduğunu da söyler. Felsefe tarihi kitaplarında kadın filozofların isimlerinin anılmaması ile ilgili bir gerekçe olarak düşünülebilir. Kadın bir filozof hakkında çok kalın bir kitap yazmaktansa erkek bir filozof hakkında yazmak daha işe yarar geliyor olmalı ki başka türlü sarf edilen cümlelere anlam yüklemek çok zor görünüyor.

Diğer bir kadın filozof Leontion'dur. Epikuros Leontiona yazdığı bir mektubunda şöyle söylüyor: "Kurtarıcım, sultanım, sevgili varlığım Leontion, mektubun ile nasıl bir sevinç fırtınası kopardın içimde, onu okuyunca nasıl coştum!" Leontion aşırı kadın düşmanı olan, Aristoteles'ten sonra Lykeion'un başına geçen Theoprastos'la olan tartışmasıyla tanınır. Theoprastos, önemli bir Aristotelesçidir. Evlilik ile ilgili bir kitap yazdığı söylenen Theoprastos'un ilgili kitabında erkekleri ve özellikle filozofları evliliğin tehlikeleri hakkında uyarır. Anlaşılan evlilik konusunda Aristoteles'in görüşlerini pek de benimsememiş olan Theoprastos'a karşı Leontion evlilik ile alakalı görüşlerini eleştirir. İkisinin tartışmasına ilişkin belgeler olmasa da o dönemde bir kadının kendisini savunması özellikle Tanrısal Theoprastos'a karşı akıl alacak bir şey değildir.

Felsefe Tarihi'nde belki de en çok bilinen kadın filozof Hypatia, 4. yüzyılın bilim ve felsefesinin merkezi olan İskenderiye’de yaşıyordu. Hypatia için İskenderiye'de yaşamak dönemin şartları açısından oldukça zordu. Roma İmparatorluğu'nun genişlemesi ve resmi dinini Hristiyanlık olarak kabul etmesi, Roma'nın Yahudilere ve antik değerlere karşı son derece sert tavırları, işkenceleri ve bu görüştekileri katletmesi durumu söz konusuydu. Bu katledilenler arasında ise matematikçi ve astronom olan Hypatia da vardı. Antik felsefenin son temsilcisi olarak kabul gören Hypatia, Hristiyanlık karşıtıydı. Fakat esas karşıtlık Antik felsefe ve Hristiyanlık arasındaydı. Hypatia son derece başarılı olan bir filozof olarak İskenderiye’nin başkanları tarafından da ziyaret ediliyordu. Aynı zamanda İskenderiye'nin o zamanki üniversitesi sayılan Museion'da felsefe, matematik ve astronomi dersleri veriyordu. Yaklaşık olarak 415 yıllarında Antik bilim ve felsefe ile Hristiyan öğreti arasında keskinleşen çatışma Hypatia'nın Hristiyanlar tarafından vahşice katledilmesine sebep oldu. Sokrates Scholasticus'un yazdığı şu satırlar Hypatia'yı bizlere daha iyi anlatıyor:

"İskenderiye'de filozof Theon'un kızı olan Hypatia adlı bir kadın yaşıyordu. O, o kadar yüce bir bilgiye sahipti ki, zamanın bütün filozofları onu çekemiyordu. Onun hocalığı, onu, Plotinos'un kurmuş olduğu Platoncu okulun zirvesine çıkarmıştı. O, bütün alanlarda ve herkese hangi alanda isterse o alanda dersler veriyordu. Yüksek bilgisinin kendisine sağladığı benlik bilinci ile, yöneticilere karşı korkusuz davranıyor, erkeklerin toplantılarına katılmaktan hiç çekinmiyordu. Onun olağanüstü zekası ve sağlam karakteri karşısında herkes saygı ve hayranlık duyuyordu. Bu kadın, o zamanki bazı entrikaların kurbanı oldu. Kayzer'in kent temsilcisi Orestes ile sık sık beraber görüldüğünden, Orestes kentin Piskoposu Kyrill ile iyi ilişkiler içinde olmasını engelleyen kişinin Hypatia olduğu iftirası, halk arasında dedikodu olarak yayıldı. Düşüncesizce kışkırtılan bazı kimseler kilisede okuyucu olan Petrus yönetiminde, aralarında ant içiyorlar ve kadın evine geldiği sırada, arkadan saldırıyorlar. Erkekler onu tahtırevandan çıkarıp Kiseron adlı kiliseye sürüklüyorlar. Orada elbiselerini soyuyorlar, bedenini paramparça edip etlerini didik didik ediyorlar. Sonra bütün bunları Kinaron denen yere taşıyorlar ve yakıyorlar. Bu olay, Kyrill'e ve İskenderiye kilisesine büyük bir leke oldu. Çünkü İsa'nın yolunda olan kimselere, öldürme ve kan dökmeden daha uzak ne olabilir ki!"

Prof. Dr. Hatice Nur Erkızan'ın 'Felsefe Tarihi I' isimli kitabında çok önemli bir konuya değinir: Hypatia felsefe ve bilim tarihinde olağanüstü bir yere sahiptir; ama nedense ve özellikle felsefe tarihinde Hypatia hiç yer almaz ya da bir cümle ile geçiştirilir. O hem bir filozof ve hem de bir kadın olarak iki kez öldürülmüştür; ama cinsiyetçi bakış açısından yazılan felsefe tarihçileri tarafından yok sayılarak üçüncü kez 'öldürülmüştür.'" Hypatia'nın vahşice katledilmesiyle beraber Antik felsefe ve bilimler neredeyse son bulmuştur. Doğa bilimleri, felsefe ve matematik gittikçe gerilemiştir. Çünkü bazı Hristiyanlar için bilim ve felsefe şeytan işi olarak düşünüldüğünden bunlarla ilgilenenler ya yakılırdı ya da vahşi hayvanlar tarafından parçalanırdı. Hypatia çağının en önde gelen filozofuydu fakat yapıtları günümüze ulaşamamıştır. Çünkü Museon'un ve kütüphanenin yakılması ile birlikte Antik Çağ'a ait ve Hypatia'ya ait tüm eserler kül oldu.

Hypatia hem güzel hem de akıllıydı. Kadınların kamusal alandaki yokluğundan söz edilebilecek bir dönemde Plotinosçu okulun başına getirildi. Fakat ne olursa olsun Hypatia saygısızca unutturulmaya çalışıldı. Kendi döneminin en büyük filozofu ve bilim insanı olan Hypatia’nın yazıları ve düşünceleri felsefe tarihçileri tarafından neredeyse on beş yüzyıl göz ardı edildi ve bu esas olarak ancak 21. yüzyılda fark edildi.




KAYNAKÇA:

1)H.N.Erkızan Feminizm Yazılar/Ağustos 2012.

2)H.N.Erkızan-K.Çüçen Felsefe Tarihi I

3)Kadın Araştırmaları Dergisi Yıl:2013/1,Sayı:12/ Bir Kadın Felsefecinin Gözünden Aristoteles ve Feminizm- Ayşe Öztürk

4)Felsefe Kültür Sanat Derneği Muğla/ 3.sonbahar buluşması Prof.Dr.H.Nur Erkızan Aristoteles ve Descartes’in Özgürlük Anlayışı Üzerine söyleşisi/9 Eylül 2017

5)Cogito Aristotelesçilik (YKY-Üç aylık düşünce dergisi- Sayı:78/Kış 2014) Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık