Felsefenin asıl değeri, onunla haşır neşir olan insanı dönüştürmesindedir. Kaçınılmaz olarak. Hatta birkaç saat felsefeyle meşgul olursanız sizi değiştirdiğini görürsünüz ama doğru biçimde yaparsanız. 

Bana göre felsefeyi doğru biçimde çalışmak demek, onunla içli dışlı olmak demek. Yani yalnızca onu pasif bir şekilde olduğu gibi almak değil. Felsefe seyircilik işi değildir çünkü. Diğer bazı alanlardan farklı çünkü felsefe çalıştığınızda aslında felsefe yapmanız gerekir. 

Nasıl ki futbol sahasında başlama vuruşu yaptığınızda futbol oynuyor durumdaysanız bu da öyle. Belki Pele ve Ronaldo kadar iyi oynamıyor olabilirsiniz ama yine de futbol oynuyorsunuzdur. Felsefe çalışırken de aynı şekilde felsefe yapıyorsunuzdur. Çünkü argümanlarla içli dışlı olursunuz, ifade edilen argümanlardan nereye vardığınız üzerine düşünürsünüz. Ancak aynı zamanda eğer bunu samimi bir biçimde yapıyorsanız nasıl yaşamanız gerektiği, hakikatin mahiyeti üzerine düşünürsünüz. Aynı bir filozofun yapacağı gibi. Ancak bir konuyu dogmatik bir biçimde öğrenirseniz bu, felsefe çalışmak değildir.

Bana göre felsefe ile ilgili bu gerçek, onun neden dönüştürücü olduğunu açıklıyor. John Stuart Mill, bunu özgürlük üzerine isimli kitabında daha da açık hale getirdi. Bu kitap 1859 yılında basıldı. İfade özgürlüğünün değerinden bahsettiğinde onun için ifade özgürlüğü esas olarak şunun için değerlidir: İnsanların belirli şekillerde gelişmelerini sağlar. Ve görüşlerinizi ifade etme hakkı (bunlar muhalif görüşler olsa da) çok değerlidir. Çünkü bu, başka insanları düşünmeye teşvik eder. 

Felsefe çoğu zaman Sokrates'ten başlayarak at sineklerini, yani insanları rahatsız edenleri çeken bir konu oldu. Çünkü at sinekleri garip sorular sorar. Felsefenin temeli de budur. Diğer insanların sormak istemeyeceği zor, garip sorular sormak. ''Ne neyden sonra gelir?'', ''Söylediklerinize gerçekten inanıyor musunuz?'' gibi temel sorular. 

Muhalif, bir soru sorduğunda bu kişi bahsettiğimiz görüşü güçlü bir şekilde ifade etse bile Mill'e göre bunun değeri yalnızca bu kişinin doğru söylüyor olma ihtimalinde değildir. Tabii bu arada tarihteki en önemli düşünürlerin birçoğunun muhalif seslerden çıktığının hakkını da verir. Galileo, hatta İsa. Bu insanlar sürüden ayrılan insanlardı. Sokrates, akıntıya karşı kürek çekerek zor sorular sordu. Ve son derece derinlikli şeyler ortaya koydu. Ancak Mill için bunun asıl önemi, insanları dogmatik olmayan biçimde düşünmeye zorlamasındadır. Yani felsefe, sizi dogmatik olmayan biçimde düşünmeye zorlayan bir alandır. Bununla şunu demek istiyorum:

Televizyonun ya da telefonumun aslında nasıl çalıştığını bilmiyorum. Ancak onları verimli bir biçimde kullanabiliyorum. Ancak bunlardan farklı olarak felsefede sonuçları öylece olduğu gibi alamazsınız. Yani şöyle söyleyemezsiniz: ''Wittgenstein'ın ne düşündüğünü öğrendim, dolayısıyla bu sonuçlara nasıl vardığını öğrenmeme gerek yok.'' ya da ''John Stuart Mill'in ifade özgürlüğü ile ilgili ne düşündüğünü biliyorum.'' diyemezsiniz. 

Felsefenin anlamı, bizi sonuca ulaştıran akıl yürütmededir. Anlamak da bunun üzerine eleştirel bir biçimde düşünmeyi içerir. Bu da gayet canlandırıcı bir süreçtir. Bunu dediğim gibi pasif bir biçimde yapmak olanaksızdır. Bu aktif bir alandır. Yani kanepede pinekleyerek yapılan futbol seyirciliğinden ziyade spor yapmaya benzer. Ancak felsefe, kanepede pinekleyen entelektüellere göre bir iş değildir. Bertrand Russell bunu açıkça ve güzel bir biçimde ortaya koydu: 

''Çoğu insan düşünmektense ölmeyi yeğliyor, gerçekte de böyle oluyor zaten.'' Bu önemli bir sorun. Daniel Kahneman'ın da işaret ettiği gibi, eleştirel ve analitik düşünce bol miktarda enerji gerektirir. Kolaylıkla yapılan bir şey değildir. Çoğu zaman sezgiye dayanan yargılarımıza güveniriz. Ve bir sorun da olmaz. Ancak bunu yapamayacağınız zamanlar olur. Felsefe de sizi eleştirel biçimde düşünmeye teşvik eden alanlardan biridir. 

Bana göre bu, Sokrates ile başlar. Tuhaf, iri kıyım, sakallı bir Yunan filozof pazar yerinde dolanır ve insanlara meydan okurdu. Onlardan bulundukları pozisyonu savunmalarını isterdi. Özellikle de çok aşina olduklarını düşündükleri meselelerde.

Örneğin bir askere cesaretle ilgili sorular sorardı ve asker cesaretin tanımını bulamazdı. Aşama aşama ilerleyen Sokrates karşısındakini gülünç duruma düşürür ve orada onları dinleyenlere, konuştuğu mesele hakkında bilgi sahibi olduğunu düşünen kişinin aslında bu mesele hakkında pek bir şey bilmediğini gösterirdi.

Sokrates'in arkadaşı bir gün kahine gider. Delfi kahinine, ''Atina'nın en bilge kişisi kimdir?'' sorusu sorulduğunda kahin, ''Sokrates,'' diye cevap verir. Sokrates bunu duyar ama inanmaz. Ancak zaman geçtikçe, pazar yerinde dolanıp insanlarla konuştukça kahinin söylediklerinde bir doğruluk payı olduğunu görür. Çünkü onun bilgeliği aslında ne kadar az şeyi bildiğini bilmesinde yatar. 

Herkes birçok şeyi bildiğini düşünür ama Sokrates aslında onların ne kadar az şey bildiğinin farkına varır. Ve bu da felsefenin alçakgönüllü yanıdır. Felsefe çalıştığınızda, hızlıca ne kadar az şeyi bildiğinizi fark edersiniz. Yalnızca felsefe yapmanın zorluğundan değil, aynı zamanda yanıt bulunamayan çok temel soruların varlığından dolayı da. 

Çok temel bir mesele olan doğru ve yanlış ile ilgili soruları ele alalım. Bunun kolay bir mesele olmadığını anlamak için çok derinlere inmeye gerek yok. Yani bir ahlak sistemi kurmak, hem de nasıl yaşamamız gerektiğine dair bu kadar kutuplaşmış yanıtların olduğu bir durumda. Hakikati ortaya çıkarmanın basit bir yolu da yok. İşte bu alçakgönüllülük aslında ne kadar az bildiğimiz gerçeğine dair. Bu, birçokları için şoke edici. Kanıtlayabileceğimiz çok az şey var. Ancak felsefe için bir miktar da ukalalığa ya da zorlayıcılığa ihtiyacımız var. Bu da kabul edilen görüşleri sorgulamakla ilgili. 

Daha önce bahsettiğim ve Mill'in de üzerinde durduğu dogmalara meydan okuma meselesi, bu iki özellik bana kalırsa felsefenin erdemleridir. Diğer erdemlerinin yanında tabii. Yanılıyor olabileceğine ve ne kadar az bildiğine işaret eden bir alçakgönüllülük aynı zamanda insanları meydan okumaya, inandıkları şeyleri sorgulamaya, söylediklerindeki çelişkileri ya da tutarsızlıkları fark etmeye götüren bir ukalalığa sevk etmeli.