kayboldum.

bazen ışıktan gözüm görmez sokaklarında.

yok oldum.

bir günlüğün yıpranmış sayfasında.

zarifçe teni okşayan anlık bir yaz rüzgarı gibi,

zaman zaman ömrümden harcadığım bir hayattan,

geçip gittik öyle.


tekinsiz bir yolu yalnız yürümeye benzedi.

sesler duydum, yabancılardan

öfkem tuttu, tabancalardan

yürümeye devam ederken gördüğüm,

o hüzün ve mutluluklar.

hiçbiri benim derdim değil.

sonuna gelip anımsadığım nesneler gördüğümde,

bir daha hatırlamadığım o yol oldu bir anda.

ıssız köşelerinde ne kurşunlar yediğimi,

umursamazlar; unutan da, hatırlayan da...


rüyadan uyanmak gibiydi.

ama bir kabustan çığlık çığlığa değil,

ya da uyandın diye kendine kızdıklarından.

sarhoş gecenin ertesi gününü hatırlatır belki.

başında delicesine bir ağrı, gözlerin nerdeyse kapalı

yaşadığını bildiğin, ama ne yaşadığını bilmediğin

bir gün gibiydi.


siyahla beyazı karıştırmamak zamanı geldiğinde,

yaralarım kapandıktan sonra şu cümleyi kurarım:

zamanında canımı yaktı,

fakat her kurşun için minnettarım.

çünkü önemli olan,

belki de kimin hatırladığı

veya kimin umursadığı değildir.

ben unutmasam yeter.

daha iyi yapmak için,

bizim olana eziyet ettiğimiz bir hayattan,

fotoğraf karesinden kırpılır gibi uzaklaşmak

berbat bir his, hiç hoş değil.

ama elimde,

yine benden bana kalan

tek bir hayat var.

yaşamayı bilmedikten sonra,

kime yarar?


ne demiştim, kayboldum mu

merak etmeyin, şimdi yolumu buldum.

elimde bir fener var,

başkalarına kalsın gözüm görmez ışıklar.

söyledim işte daha demin,

benim elimde fener var.

ne olursa olsun.

hatta fenerimin pili bitse bile, endişe yok.

illaki sonunda güneş doğar.


bana bile doğar.