FAKİRİN DİLİ FERHANCA (4 Haziran 2021)
Galatasaray Lisesi yıllarında sokaklarını arşınladığı İstiklal Caddesi’nden ilk kitabı Kazancı Yokuşu’na, onarıp Türkiye’ye kazandırdığı Ses-1885 Tiyatrosu’ndan evine kadar kişisel hikâyesine plato olmuş Beyoğlu’nun durumuna çok üzülüyor Ferhan Şensoy. Sadece yazları gittiği Bodrum Yalıkavak’ın dağ köyü Geriş’teki evine; kendi deyimiyle ve pandemi nedeniyle “iltica” etmiş durumda. İstanbul’dayken de evinden çıkmadığını söyleyen Şensoy, “Eğilip bükülme devrinde değiliz. Türkiye’yi aydınlığa çıkarma gibi bir mesuliyetimiz var! Belki o gün gelirse, Beyoğlu yine bir kültür sanat merkezi olur, ben de tekrar sokağa çıkarım” diyor.
Sağlığının gayet iyi olduğunu söyleyen sanatçıya yakın geçmişte kaybettiğimiz Levent Ünsal, Rasim Öztekin gibi oyuncu dostlarının hüznüyle nasıl baş ettiğini sorduğumuzdaysa, yanıtı “Ben her gün günlük tutarım. Acılarımı şiir olarak nakşederim defterime...” oluyor. Şu sıralar harıl harıl kitapları üzerine çalışan, Edith Piaf ve Charles Aznavour dinleyen Ferhan Şensoy’la İstanbul-Bodrum ekseninde konuştuk.
TOLGA AKYILDIZ: Artık gözlerden uzak bir yaşam sürüyorsunuz Bodrum’da. Pandemi günleri nasıl geçmekte; sıradan bir gününüzde neler yapıyorsunuz?
FERHAN ŞENSOY: Pandemi süreci geçmeyi sürdürüyor. Tiyatrolar kapalı, ne zaman perde açılacak bilinemiyor. Sıradan bir günüm yok, eski dosyaları kitap eylemekteyim. Yalıkavak’ın dağ köyü Geriş’te bir evimiz var. Yazları iki ay boyunca burada kalırdık. Kışları da turne olmadığında hafta başları geliyorduk eşimle. Dört labradorumuz var, iki hafta gelmezsek özlüyorduk köpeklerimizi. 2020 Mart’ında geldik Geriş’e, ulaştık 2021 Mart’ına. Köpekler de bizden sıkıldı artık. Emekliliğimi burada geçiririm diye düşünüyordum. Benim için emeklilik provası gibi oldu.
T. A: Sağlığınız nasıl?
F. Ş: Sağlığım iyi, çünkü eşim Elif bana çok iyi bakıyor. Benim ömrümü uzatıyor.
T. A: Geçen yıl Dündeste’yi, önceki yılsa uzun süredir sırasını bekleyen Gecedeste’yi yayımladınız. Ve bu yıl Derdeste geldi. Üzerinde çalıştığınız kitap var mı? Yazma disiplininizi koruyor musunuz?
F. Ş: Yazma disiplinine, tiyatro disiplini içinde pek vakit kalmıyor. Tiyatronun tatilde olması bu anlamda işime yaradı. Derdeste’nin devamı Ferdeste’yi tamamlamak üzereyim. Onun ardından Çok Dikenli Güldeste gelecek.
T. A: Nöbetçi Tiyatro’da genç ve yetenekli oyuncuları desteklediniz. Ortaoyuncular Yayınları’nın genç ve yeni yazarları bulup çıkarmak, onları desteklemek gibi bir misyonu da olabilir mi ileride?
F. Ş: Ortaoyuncular Yayınları’nın işi genç ve yeni yazarları bulup çıkarmak değildir. Ben de genç ve yeni bir yazar sayılırım; öncelik benim dosyalarımda.
T. A: Bir çeşit inzivada olduğunuzu varsayarsak neler okuduğunuzu, neler dinlediğinizi; izliyorsanız neler izlediğinizi de merak ederiz...
F. Ş: Kendi satın aldığım kitaplar dışında bir sürü kitap gönderen var. Şöyle göz atıp bir kutuya koyuyorum, kutu dolunca bir gün bir yerlere gönderilmek üzere merdiven altına diziyorum. Yazamayan ne kadar çok yazar, içinde edebiyat barındırmayan ne kadar çok kitap var! Benim bunları okuyacak, değerlendirecek vaktim yok! Bizim evde televizyon neredeyse hiç açılmaz. Kendi yazdığım diziler dışında hayatımda hiç TV dizisi de izlemedim. Eskiden her gece haber izlerdim, bundan da sıkıldım. Yaş ilerledikçe şarlatanlara tahammül de azalıyor! Eski şarkıları dinliyorum; Edith Piaf’ları, Charles Aznavour’ları...
T. A: Dijital platformlarda Ortaoyuncular’a gelen soruları kendi üslubunuzla yanıtladığınız bir podcast yayınına başlamıştınız ancak çok ilgi görmesine karşın uzun bir ara verdiniz...
F. Ş: Podcast yayınları benim için ciddi bir mesai olmaya başladı. Bir sürü soru geliyor, aralarından makul olanları seçiyorum, elle yazarak cevaplıyorum, yanıtları bilgisayara geçiyorum, on dakikalık yayın için yarım günümü harcıyorum ve ilanihaye... Sıkıldım! Belki bir gün vakit bulursam tekrar yaparım.
T. A: Genel olarak internetle aranız nasıl?
F. Ş: İnternetle aram yok, “interflu”yum. “E çızgı mail” adresim yok. Sosyal medya bana hiçbir şey ifade etmiyor. Ortaoyuncular’ın hesaplarını genç takım yönetiyor, ben Twitter falan kullanmıyorum. Görüntülü arama, Zoom, bilmem ne yapmıyorum. Bu yolla gelen teklifleri derhal geri çeviriyorum. Kırk kişi aynı anda konuşuyor, dediklerinden bir halt anlaşılmıyor. İş sektörünün de diline hâkim değilim, beni ilgilendirmiyor. Fakirin dili Ferhanca!
T. A: Pandemi nedeniyle müzisyen ve tiyatrocuların durumu vahim. Siz yaşamınız boyunca birçok sıkıntı görmüş, zorluk aşmış, deneyimli biri olarak genç sanatçılara nasıl bir yöntem ya da bakış açısı önerirsiniz?
F. Ş: Genç sanatçılara bir yöntem ya da bakış açısı öneremem. Tiyatro eğitimimi Fransa’da yaptım. Jerôme Savary’nin Magic Circus’ünde asistan ve oyuncuydum. Kanada’da, Montréal’de ünlü oyuncu Monique Mercure ile tek kişilik Ce Fou De Gogol (Şu Gogol Delisi) oyunumu sahneye koydum. Türkiye’ye dönünce değişik tiyatrolarda oyuncu olarak çalıştım. Şahları da Vururlar oyunumu yazınca, ustam Haldun Taner’den icazet alarak kendi tiyatromu, Ortaoyuncular’ı kurdum. Kendimi hep şanslı buldum; Ferhan şanslı demek zaten.
Tabii bunlar işin görünen kısmı! Görünmeyen kısmında büyük mücadeleler, çok fazla emek, bolca sabır, gözyaşı, parasızlık var. Bu yolda yürümek isteyenin gayretkeş olması gerek. Şimdiki gençlerde o gayreti göremiyorum; bir dizide oynayıp hemen meşhur olmak istiyorlar.
T. A: Tam bu noktadan hareketle bir şey soracağım; Ortaoyuncular’ın dijital gösterim biletleri satılmakta. Geleneksel tiyatronun bayrağını taşıyan bir oyuncu olarak çevrimiçi tiyatro veya tiyatronun dijital formlarla ilişkisi hakkında fikirleriniz neler? Sizce tiyatro dijitalleşebilir mi?
F. Ş: Süreç oraya doğru gidiyor, ben bunu sakıncalı buluyorum. Performans sanatlarının dijitalleşmesi, tiyatro izleyicisinin evinden çıkmadan oyun izlemesi demek. Sakın gelmeyin tiyatroya demek! Şu dönem buna mecburuz çünkü perdeler kapalı olsa da tiyatronun masrafları devam ediyor. Kira ödüyoruz, maaş ödüyoruz, sırtımızda deli bir vergi kamburu var. Online tiyatro veya tiyatronun dijital formlarla ilişkisi bana sıcak gelmiyor. Tiyatro izlemek için tiyatroya gitmek gerek. En kısa zamanda perdemizi açmayı umut ediyoruz.
T. A: Babalar Günü’nüz kutlu olsun. Ferhan ve Derya’nın size olan hayranlıklarını biliyoruz, Mert’le ve kızlarınızla nasıl bir ilişkiniz oldu bugüne kadar?
F. Ş: Baba-kız ilişkimiz arkadaş gibiydi, hâlâ da öyle... Mert’le de farklı değil. Dostane bir ilişkimiz var.
T. A: Türkiye’nin mizah konusu açısından sıkıntısız, tiyatrocu için zor bir ülke olduğu konuşulur hep. Türkiye’de mizah ve tiyatro yaparken neler zorladı sizi?
F. Ş: Neler zorlamadı ki! Neyse ki zorlukları seven bir adamım, kolay yılmam. Şan Tiyatrosu yangınını bilmeyen kalmamıştır. Muzır Müzikal benim yazdığım ve sahneye koyduğum bir oyundu. Tiyatroya tehdit mektupları yağıyordu, oyunlarımız gericiler tarafından basılıyordu. Yobaz gazeteler ismimi ölüm listelerinde yayınlıyorlardı. Bir gece oyundan sonra yakıldı Şan Tiyatrosu, daha yangın söndürülemeden dönemin valisi elektrik kontağı diye açıklama yaptı. Aklı olan sorar, yahu nedir bu acele?
T. A: O günden bugüne yol aldık mı sizce?
F. Ş: O günden bugüne pek çok şey değişti, iyi yönde değil maalesef... Şu an çok daha kötü bir Türkiye senaryosuyla karşı karşıyayız. Muhalefetin her safta susturulmaya çalışılması, iktidarın korkusunun göstergesi. Biz Ortaoyuncular olarak çizgimizi hiç değiştirmedik, hâlâ çok sert muhalefet yapıyoruz sahnede. Bundan sonra da değişmeyecek!
T. A: Ferhan Şensoy yakın geçmişte kaybettiğimiz Rasim Öztekin'le sahnede Ortaoyuncular’dan hem ustalar hem çıraklar geldi, geçti. Yakın geçmişte Levent Ünsal’dan sonra Rasim Öztekin’i de uğurladık. Bunu sormak benim için de zor ama sizin bu kayıplarla yüzleşme biçiminizi merak ediyorum.
F. Ş: Yitirdiğimiz ustalarımızın, çıraklarımızın fotoğrafları Ses-1885’in fuayesinde asılı... Fuayeye çıktığımda selamlarım hepsini. Acıyı ifade etmenin yolunu ben de bulabilmiş değilim. Tahir Alangu’nun bize kazandırdığı bir alışkanlık; ben her gün günlük tutarım. Acılarımı şiir olarak nakşederim defterime...
T. A: Sizin Beyoğlu ile ilişkiniz malum; Kazancı Yokuşu’ndan itibaren kitaplarınızı okuyanlar da oyunlarınızı izleyenler de bunu gayet iyi bilir. Beyoğlu’nun durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
F. Ş: Esasen Beyoğlu’nda yaşıyorum, yıllar var ki Taksim Meydanı’na çıkmadım. Zaten İstanbul’dayken artık mümkün mertebe evden de çıkmıyorum. İstanbul, özellikle Beyoğlu benim çocukluğumun, gençliğimin çok güzel platosuydu. Şimdi baktığımda bana o güzel yılları anımsatan hiçbir şey yok! Anılarımın üzerinden dozerle geçildi. Çarşambalıyım ama Beyoğlu benim diğer anavatanım.
Çocukluğum Galatasaray Lisesi’nde geçti. Büyüdükçe Beyoğlu’nun barları, meyhaneleri, büyülü tiyatro salonları, sinema salonlarıyla tanıştım. Tiyatro serüvenim; Küçük Sahne, Ses-1885... Beyoğlu benim için dünyadan ayrı bambaşka bir evrendi. Bu evrenin çöküşünü büyük bir hüzünle izledim. Beyoğlu yaşanılası bir yer olmaktan çıktı; Geriş’e iltica ettim. Ses-1885’i korumak gibi bir görevim olmasa İstanbul’a, Beyoğlu’na ayak basmam!
Orta yolcu biri değilim; sanatta da gündelik hayatta da böyle bir tavrı kabul etmiyorum. Sağ parti seçmeninden oy devşirmeye çalışan politikacıları çok gördük, bugüne dek başarılı olduklarına tanıklık etmedik. Eğilip bükülme devrinde değiliz. Türkiye’yi aydınlığa çıkarma gibi bir mesuliyetimiz var! Belki o gün gelirse, Beyoğlu yine bir kültür sanat merkezi olur, ben de tekrar sokağa çıkarım.
FERHAN ŞENSOY - TOLGA AKYILDIZ
İst, Sayı: 6, 4 Haziran 2021