Melike çok üzgün. Çünkü Feridun aslında kötü biriymiş… Karşısındakini bile isteye incitebilecek kadar, yüzüne baka baka yalan söyleyip en temiz duygularıyla oynayabilecek kadar, bütün olmuş olanlara rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranabilecek kadar kötü biriymiş. Hatta kişisel çıkarları uğruna birinin hayatının en güzel gününü mahvedebilecek kadar kötü biriymiş. Ama ne yazık ki Melike bunu çok geç fark etmiş.
Meğer Feridun’un bir duruşu yokmuş. İnsanlık namına en ufak bir değer yargısı veya herhangi bir kırmızı çizgisi yokmuş. Vicdanı desen hiç mi hiç yokmuş. “Lütfen canımı yakma” deyip sadece bir yudum şefkat için gözlerinin ta içine bakan birine bile acıması yokmuş. Ayrıca bizzat şahit olduğu sızılar dahi Feridun nezdinde bir önem ifade etmiyormuş. Çünkü onun için mühim olan tek şey kendisinin ne istediğiymiş! Doğruluğu veya yanlışlığı zerre kadar umrunda değilmiş. Onun yüzünden bir insanın dünyası başına mı yıkılacakmış? Yıkılsın, umrunda değilmiş. Onun yüzünden bir insan dağılacak mıymış? Dağılsın, umrunda değilmiş. Nasılsa hiçbir kıymık onun ayağına batmıyormuş. Diğer taraf kandırılmışlığın ağırlığıyla kendini sancılı uykulara teslim ederken Feridun’a hiçbir şey olmuyormuş.
Anlatmıştı. Zamanın birinde onu da birileri arkasından vurmuş, kazık atmış, yarı yolda bırakmış. Melike bütün bunları ilk dinlediğinde nasıl da aptal gibi üzülmüştü. Ama şimdi düşündükçe anlıyor ki ona bunları yapan tüm o insanlar aslında çok haklılarmış. Çünkü Feridun’un layığı buymuş. O tam olarak arkadan vurulmaların, kazık yemelerin ve yarı yolda bırakılmaların insanıymış. Onu durmaksızın hırpalamak gerekiyormuş, durmaksızın sarsmak, durmaksızın yaralamak… Hak ettiği buymuş onun.
Görsel Kaynak: IG / phantom.painting