İyileşmem için hastahaneye yatırdılar. on gündür boş bir odada yalnız sabah akşam gelen doktorla, hastabakıcıyı görüyorum. İlaç veriyorlar. karşı koymadan içiyorum. İğne yapmamalarını söyledim. doktor nedenini sormadı. peki, dedi. geldiğimin ikinci günü kitap istedim. hastahanenin kitaplığından gelişigüzel iki kitap getirdiler. saçma sapan şeylerdi. okumadan geri gönderdim.

dışarıdaki hayatımı irkintili, tedirgin hayatımı özlüyordum. o akıp giden kalabalıkları. bu özlemimi açıklayamıyordum. dışardayken bucak bucak kaçtığım bu sıkıntımın kaynaklarını burda.... gün geçtikçe sıkıntının benim bir parçam olduğunu anladım.

İçimdeki konuşmalar artmıştı. başımı yastığa koyar koymaz birkaç kişi içimde bağdaş kurup konuşmaya başlıyorlardı. uykumda da sürüyordu bu. konuştuklarının içinde bana yabancı gelmeyen olaylarla yüklü sözler de geçiyordu. benim bütün karşı koymam, onları susturmak için çabalamalarım hiçbir sonuç vermiyordu. onlara kendimce bir biçim de veriyordum artık. İçimden koparıp atmanın olanaksızlığını görüyor, büsbütün umutsuzluğa düşüyordum. başım bir mengeneye sıkıştırılmışçasına ağrıyordu. gözbebeklerime varan bir karıncalanmayla, yatağın üstünde oturmuş kendi kendime söyleniyordum. alışkanlıklarım tepiyordu. İçkim, ince kemikli parmakların sardığı cigaram. bu oda içinde yapabileceğim işler sınırlıydı. dolaşmak, yatmak, avluyu seyretmek, verilen cigaraları belirli aralıklarla içmek...

pencerenin önüne gittim. avludaki büyük ağacın altında bir cenaze arabası duruyordu. hastahanenin hemen bütün pencerelerinden süzülen ışıklar altında, araba açılan demir kapıya doğru gitti. bu birkaç dakika süren olay beni çok ilgilendirdi. bayanamayacağım. dayanamayacağım. işığı yaktım. odanın içinde bir duvardan bir duvara gidip gelirken anlamsız, boş bir hayatı ardımda sürüklemekten ne elde ettiğimi sordum kendi kendime.