Konuya geniş bir giriş yapmak gerekirse; korku filmlerinin temelleri hemen hemen sinemanın icadıyla beraber atıldı diyebiliriz. Lumiere Kardeşlerin 1895 yılında Paris’te gerçekleştirdikleri ilk sinema gösteriminden sadece bir yıl sonra, yine sinemanın öncülerinden olan George Melies, Şeytan’ın Şatosu (Le Manoir du Diable) adlı fantastik bir film çekmiştir. Bu film, sinema tarihçilerinin genel kanısıyla tarihteki ilk korku filmi olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda, doğaüstü bir konuya sahip olan Şeytan’ın Şatosu, içinde vampirler ve şeytanlar barındırması sebebiyle tarihteki ilk okült film olarak da anılabilir.


Korku türünün sinemaya yansıması, romantik, dehşet saçan ve karanlık gotik edebiyat eserlerinin uyarlanması ve yönetmenlere ilham olmasıyla başladı. Gotik edebiyatın en meşhur eserlerinden olan Bram Stoker’ın Dracula’sı, Oscar Wilde’ın Dorian Gray’i gibi yapıtları mutlaka okumuş, okumadıysak bile duymuşuzdur. Aynı zamanda içinde bulundurdukları doğaüstü unsurlar, beyazperdeye aktarıldıkları zaman onları okült sinema kapsamına sokuyor.

Bir filmin “okült” sayılabilmesi için, bu kavramın beraberinde getirdiği dinamiklere de sahip olması gerekir. Kabaca tasvir etmek gerekirse okültizm; bilimin açıklayamadığı, dinlerin de genel olarak dışında kalan paranormal ve gizemli inançların, uygulamaların geneline verilen isimdir. Gotik edebiyatın ise okültizm ile bu kadar beraber anılmasının sebebi, gotik elementlerinin çoğunun mistik ögelerden oluşmasından kaynaklı. Bir eserin gotik olmasını sağlayan belli başlı kriterler vardır: şato, kale ve kötücül mekanlarda geçmesi, içinde gizem olması, doğaüstü ve esrarengiz varlıklar barındırması, anlattığı hikayeyi kitlesine puslu bir şekilde geçirip gölgelerin, karanlıkların içinde bir evren oluşturması gibi… İçerdikleri bilinmezlikler, bu esrarengiz varlıklar ve olaylar, gotik ile okültü birbirinin içine geçmiş iki kavram olarak karşımıza sunuyor.


Okült sinema, 70’lerde altın çağını yaşadı. Yaratıcı yönetmenlerin ortaya çıkışı ve alt janrların belirginleşmesi ile beraber sinema alanındaki efektlerin de gelişimiyle korku filmleri hiç olmadığı kadar ilgi görmeye başladı. Dönemin ve belki okült sinemanın en ünlü eserlerinden olan “The Exorcist” filmi, 1973 yılında beyazperdeye sunulmasıyla gişe rekorları kırdı. Filmin yüksek hasılatı ve bu kadar ilgi görmesi, yatırımcıların ve stüdyoların korku türüne yönelmesine yol açtı. Exorcist’in ardından, 70’lerin okült sinemasının diğer ünlü eserlerinden biri olan The Omen, yine paranormal bir şeytan vakasını konu almış ve 60 milyon dolar gibi yüksek bir gişe rekoru kırmıştır. Bu janrın şöhret yapmış başarılı yönetmenlerinden olan John Carpenter, David Cronenberg, Brian de Palma, Wes Craven, Dario Argento, Don Coscarelli, Steven Spielberg gibi isimler ilk filmlerini 70’lerde çekmiştir.


Günümüzde ise okült teması hala popülerliğini korumakta. Hereditary, Midsommar, The VVitch, Us gibi son yıllarda yayınlanmış okült dinamiğe sahip filmler fazlaca izlendi ve rağbet gördü. Sinemanın başlangıcından bu yana korku janrının oluşmasıyla ortaya çıkmış okült temalı eserler yıllar boyunca popülaritesini korumayı başarmıştır. Mistisizmin çekiciliğine her dönem kapılan insanlığın bilinmezliğe olan merakıyla beraber okült sinema her zaman ilgi odağı olmuştur. 





Yazar: Nazlı Doğa Yula