Göz kapaklarının titreyişinden sezinlediği huzursuzlukla, uyumayı da uyanmayı da beceremez, eziyet haline dönüştürürdü daima. Uyanırsa günü tasarlamaktan, uyursa yarı açık zihninde geçmişi sorgulayıp değiştirmekten epeydir yorulmuştu doğrusu. Mesuliyetlerine esir düşüşünün yanı sıra hapsolduğu durgun halleri onu uyanmaktan savuştururken yaşadığı bekleyişin pişmanlığı içinde uyanmak uğruna debeleniyordu. Uyuduğu vakitlerde muamma, gözleri örtük beklerdi bir vakit. Issız geceleyin yankısında, loş karanlık odasının buğulu penceresinden ayın gülümseyişini seyreder, tek bir yıldızda çakılı kalıp iç alemine dalardı kimi zaman. Amansız bir yalnızlığa mahkum bırakıldığını her solukta, her yudumda, gözlerini araladığı her şafakta anımsar, hasret sancısı içinde bulurdu kendini. Kasvetli bir sonbahar gecesi gene bekleyişteydi. Fırtınanın sertliğiyle yüzüne düşen saçlarının nemi dudaklarını ıslatırken, yorganıyla kursağına sarılmış, susması için gözdağı verir gibiydi. İçinde kaçışanların uğultusu kulaklarına değiyor, uyumasına mani oluyordu. Bir o yana, bir diğer yana yalpalıyordu defetmek isterken. Ne kaçışanlara rastlıyordu, ne de kaçışanlar kovaladıklarına. Uyuşan tarafını diğer yanıyla değişirken gözlerini aralayıp, kendi yarattığı yalnızlığı tarafından öldürülmek üzere kapattı. Gün aymış, cama yansıyan ışıklar yüzünü gıdıklarken o hala hırsla bekleyişi sürdürüyor, asla galip çıkamayacağı bir harp içerisindeydi. Neyi kovaladıklarını unutuncaya dek kaçışanlar çoktan bir yerlere sinmişti. Dünden farksız bir sabah, aynı bezgin ruh hali, aynı güneş yeni ama aşina yorgunluklar için doğmuştu.