Bazen, bazı zamanlar herkesin içine çekildiği bir kuytusu vardır. Kuytu, zihninin en ücra köşesinde en uğrak yer olması ile bilinir.


Bir gün, kuytuyu yerleşke edineceğim diye çok korktum. Boşluk, bileklerine yine boşluk olarak dolanır ya... Ben, boşluğa bir ben resmedecek o ressam olmaktan epey uzaklaşmış olduğumun bilincine vardığımda hala geç değildi; bir nefes varsa hiçbir zaman geç değildir.


İnsan, yorulmasıyla bilinir. Çok yoruldum çok! Madem mayamızı oluşturan amillerden yorulmak, daha fazla yorulayım, yorulmaya değer uğraşlarım olsun dedim.


"Öylesine" kelimesinden hiç haz edilmez burada, söylemeliyim. Hiçbir şey öylesine değildir ki sen öylesinelik ile kuşatasın eylemlerini. Bazen, bazı zamanlar ise pembe yalanlar misali dilimize ilişir bu kelime "öylesine".


Ne olmak istiyoruz? İçimizi içimizden soyutlayan hadiselerin ötesinde ne bırakacağız heybemizde? Ekseriyetle bunları düşünürüm. Gelecek temennileri güden birisi olmamama karşın bir sonraki adımı nasıl biri olarak atacağımın mahiyeti, düşüncelerimde hep yer edinmiştir. Dünya, ardımızda bırakacağımız bir avuç topraktan ibaret değil. Bir ben olarak varlığımın karşılığından, tezahürlerinden bağımı koparmama temennisi yeşerir içimde. Bir çöl misali, suyunu içinde gözeten kaktüs misali can suyum ve ben, göğün yağmurunu beklemiyoruz çoğu zaman; yağmur, içimizde.


Varlığınızın bir tezahürü olmalı, hep vardır. Savaşçılar teker teker ekipmanlarını kuşanır savaşa hazırlanırken. Sanki, yaşama karşı da birey olmak böyle bir kuşanmadır. Yaşama karşı sen olmak, seni kuşatan zırhtan geçiyor. Ben, zırhta eylemleri, idealleri, meyilleri, dahası ruhumuza atfettiğimiz resmi görüyorum. Doğum bir fırçayı ediniş; hayat, tuvalimiz; ölüm ise mürekkebin son damlasını teneffüs ediş.


O halde ne bekliyoruz göçebe?


Bir sır: ruhun elle tutulur merhemidir yeni meşgaleler.


O halde, son.