Camı döven yağmurlar var. Tane tane akıyorlar. Ardında gri bulutlar, süzülüp kaçıyorlar bu diyardan. Sesler dışarı da kalmış. TV’de spiker fırtına bekleniyor diyor. Sesi sert ve kusursuz, sanki başkasına ait bir ses, başkasına ait bedene sokuşturulmuş gibi. Yalan söylüyor hissi uyandırıyor bende.

Pencereden bakmayı kesiyorum. Hastayım. Öksürük kaburgalarımı yerinden oynatıyor.

“Çay ister misin,” diye soruyor en büyük ablam. İsmi Kiri. Saçları ayaklarına kadar uzun. Gece gibi karanlık. Kıvırcık ve uzayı anımsatan bir parlaklığı var. Oldum olası kıskandım saçını.

“Hayır,” diyorum. “İstemem.”

Canım bir şey istemiyor. Yağmur bile neşemi ayaklandırmaya yetmiyor. Bu evde hapis kalmış bedenimin titremesi ile kendime sarınıyorum.

“İyice saldın kendini,” diyor ortanca kız kardeşim. “Temiz hava iyi gelir diyoruz ama dinleyen yok. Aylardır kendini eve kapattın.” İsmi Hera. Saçları kıvırcık, kızıl, beline kadar uzamış, örülmüş ve hep taranmış duruyor. Gözlerinde delici bir yeşillik var. Gözleri hep benekli.

Ona cevap vermek için bile uğraşmıyorum. Bu evde, bu zaman da ruhumu yakan bir şey var. Ayılar gibi kış uykusuna yatıp yılları yeme isteğim var benim.

Onlar bir şekilde alıştı. Mektuplar yerine telefona, hazır poşette çaylara, gürültü ve kalabalığa alıştılar onlar. Zaman onlarla beraber akıp nehre dönüştü. Ben ise o nehri yaran kaya gibiyim. Islak ve üşüyorum.

“Hatırlıyor musun, böyle bir fırtınanın habercisi olan günü ve o gün Leykl’li yakmışlardı. Dans edip keçi keserek tanrılarına dua etmişlerdi köylüler.”

Hatırlıyordum. Tombul Leykl. Enerji ve sevecenlikle dolup taşan, saçlarında hep bir çiçek tacı ile dolaşan Leykl. Aşık olmuştu. Aşkının ihanetiyle takalanıp ölmüştü.

Neden şimdi Hera bunu söylemek zorundaydı ki. Geçmişi hep beraber unutmaya çalışırdık oysa. Yaşanmış ve üstüne toprak atılmıştı.

Fırtınayı hatırlıyordum. Kara lekeler gibi akan bulutları. Şeytanların kahkahasını ve kendinden geçmiş köylülerin haykırışlarını. Onu yaktıklarında neden bir şey yapamadığımızı sormuştum kız kardeşlerime. “Şeytanla anlaştık unuttun mu,” dediler. “Düşene sadece şeytan merhamet eder.”

Yanıp çığlık atarak öldüğünü gördüm. O gün şeytandan nefret etmiştim. Bir şey yapmadı için ama bu doğru değildi. Ertesi yıl köy en uzun kışını geçirdi ve veba herkesin canını almıştı neredeyse. Bebeklerini donmuş toprağa bile görmemişlerdi.

Bize yardıma geldiklerini hatırlıyorum. Kış akşamıydı. Kapımız çalınmış ve yardım dilenmişti. Kiri onları kovmuştu. Hastalıklı ve öksüren bebekle ağlayan yaşlı kadını kovmuştu. “Yardım edersek cadı olduğumu anlar ve bizi de yakarlar,” demişti benim dolan gözlerime bakarak. Haklıydı.

O kış köyde herkes öldü. Fırtına dindiğinde her zaman ki gibi köy köy gezdik. Zamanın ilmiklerinde yaşlanmadan, göze batmadan ilerledik. Üç kız kardeş... Sorular sorulduğu zaman, şüpheli bakışlar atıldığı an kaçtık. Hep bir gölgeydik.

“Neden şimdi Leykl’den söz ettin ki?” dedi Kiri. Elindeki kupasında çay tütüyor. Bir yudum aldı. “Artık hepsi geçmişte kaldı.”

“Bilmem, aklıma düştü. Fırtınalı günlerde hep aklıma düşüyor,” dedi. Sesi daha da cılızlaşmış ve bir mum gibi sönmüştü. “Onu kurtarabilirdik.”

“Evet. Kurtarabilirdik ama yapmadık. Hayatta kaldık.” Sanki demir yutmuştu Kiri. “Size bir şey olmasını göze alamazdım.”

Anlıyordum. Ama Kiri katılıyordum bende. Kurtarabilirdik onu. Bizle gelmesine izin verirdik.

Şuan yaşasaydı arabalar ve uçaklar, dolu ıvır zıvırlar hakkında ne düşünürdü acaba. Beğeneceğini düşünüyordum. Ama beni ruhumu emiyor.

Sanki o veba da bende bir şeylerimi öldürüp gömdüm. Ne ağladım ne de yas tuttum. Gökyüzü değişirken sadece hayatta kaldım. Dokunmadan ve kaçarak.

Tüm bu gürültüler, özlemsiz hayatlar ve kullanıp atılan yaşamlar. Bana göre değil. Uzun yolculukların yorgunluğunu özledim. Yolda olmayı, yeni bir şeyler gördüğümde şaşırmayı özledim.

Ve...

Ve büyü yapabilmeyi dilerdim. Tıpkı eskideki gibi. Şimdi sadece iskambil kağıtlarına bakıyorum. Aşklarını fısıldıyorum onlara, geleceğinden küçük şeyler, gölgeler görüyorum. Ama eski gibi güçlü değilim.

Büyü bu dünyayı terk etti. Tıpkı biz cadıları terk ettiği gibi.

Canım çay çekti. Ablam biraz daha olduğunu söyleyince mutfağa yollandım. Bir fincan kapıp tekrar pencereye yerleştim. Öksürük canımı acıtıyordu ama yağmur yağıyordu. Bunun tadını çıkarmak istedim.

Fırtına yaklaşıyordu.