Güneş yavaş yavaş aydınlatmaya başlamıştı odasının duvarlarını, mutfaktan gelen kızarmış ekmek kokusuna annesinin sesi eşlik ediyordu "Hadi artık uyanın."

Uyanalı bir on dakika kadar olmuştu. Günün en sevdiği vaktiydi, uyandıktan sonra yatakta geçirdiği o kısa zaman.

Ev ahalisi yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı, herkes yerini belli edercesine sesler çıkarıyordu.

Tıngırdayan bardaklar, dumanın mırıltıları, babasının elinde olduğu anlaşılan gazete kağıdının hışırtıları, radyodaki Ecevit. Herkes konumunu belli ediyordu adeta.

Yavaşça yatağının yanındaki komodine uzanıp abajuru prizden çıkardı, on sekiz yaşında olmasına rağmen hala karanlık bir odada uyuyamıyordu.

Kalktı, gün artık gerçekten başlamıştı. Önce gidip penceresini açtı. Derin bir nefes aldı gökyüzüne bakarak, ardından dolabına yöneldi, önce ütüyü çıkarıp ısınması için fişe taktı sonra bir gece öncesinden hazır ettiği elbisesini alıp aynanın karşısına geçti. Konuşurken ağzının yüzünün aldığı şekilleri merak edip ayna karşısında sanki biri varmış gibi sohbet etmeye başladı, biraz güldü, birkaç mağrur bakış attı karşısındaki kişiye. Sohbeti biraz daha uzardı ama içeriden gelen sesler iyice arttığı için biraz hızlanması gerektiğini anladı.

Elindeki elbiseyi özenle yatağının üzerine serdi sonra dolabıyla yatağı arasında duran ütü masasını alıp açtı, yavaşça masanın üzerine döktüğü saçlarını dikkatle ütülemeye başladı. Aslında dalgalıyken de güzeldi saçları ama o, düz halini daha çok seviyordu.

Saçlarını yeterince düzleştirdikten sonra aynalı konsolunun karşısına geçti, yanaklarına çok az allık sürdü zaten doğal hali bile yeterince pembeyken yanaklarının, sürdüğü allıkta rengine renk katmıştı.

Yatağının üzerinde duran elbisesine uzanıp üzerindeki pijamalardan kurtuldu ve o gökyüzünü kıskandıracak mavilikteki elbiseyi üzerine giydi.

Tekrar aynanın karşısına geçti elbisesiyle aynı renk saç bandını da saçına özenle yerleştirdikten sonra çok az bir koku sıktı üzerine.

"Tamam." dedi "İşte hazırım." hazırlanması sandığı kadar uzun sürmemişti ama şimdi daha büyük bir sorunu vardı: Babası.

Ülkenin en önde gelen gazetecilerinden birinin suikasta uğradığı, halkın ekonomik sıkıntılardan sokakları savaş alanına çevirdiği şu günlerde, babası bile çok gerekmedikçe dışarı çıkmıyordu, kaldı ki kızını yollasın.

Çıkması gerekiyordu mutlaka bir yolunu bulması gerekiyordu. Aslında babası kıyamazdı ona. Biraz boynunu büküp, yüzünü düşürse hemen indirirdi yelkenleri denize ama bu sefer durum farklıydı. "Ben sana güveniyorum, çevredekilere güvenmiyorum." sözünün gerçek olduğu yıllardı. Gerçekten de çevredekilere güven olmuyordu bu dönemlerde. O bu düşüncelere dalıp gitmişken içerden kalın bir ses yükseldi: "Hadi herkes sofraya."

Söyleyeceği doğruları zihninin bir tarafına, söylemek zorunda olduğu yalanlarıysa diğer tarafına yerleştirdi. Her ne kadar birazdan söyleyeceği yalanlar için kendini mahcup hissetse de zafere giden yolda her şeyin mübah olduğunu biliyordu. Derin bir nefes alıp yavaş ve emin adımlarla yürüdü kapıya birazdan her şeyi halledebileceğinin bilinciyle.