Söylediklerim hep fısıltıylaydı. Mağaranın dışına çıkabilenler her zaman fısıldamak zorundadır çünkü. Mağaranın içindekiler taş yığınlarıyla o kadar meşguldür ki mağaranın dışındaki hayatın bahsi onları rahatsız eder. Bazıları kulaklarını tıkarlar ki bunlar en yumuşak huylu olanlarıdır. Çünkü rahatsız olanlar eğer sizi dışarıdan bahsederken duyarlarsa ses tellerinizi alırlar. Bu yüzden mağaranın dışından bahsederken fısıldamak zorundasınızdır.


Dışarıda gördüğünüz muhteşem parlayan güneşi anlatmak istersiniz. Yağmurdan hoşlanmayan biriyseniz bile sonrasında gelen gökkuşağının ne kadar muazzam olduğunu herkesin görmesini istersiniz. Mağaranın içindekiler bunu zaten bildiklerini iddia edeceklerdir, onlara öğretilen gökkuşağı fikriyle. Güneşi zaten bildiklerini, ona zaten sahip olduklarını söyleyeceklerdir; mağaranın minicik girişinden sızan ışık huzmesini göstererek. Hakikat öyle tehlikeli bir mevzudur ki büyüye ihtiyacımız olduğunu unuturuz. Küçük dünyamıza değmesi gereken sihirli bir değneğin varlığına yani. Hal böyleyken mağara dışına çıkabilmişlerle fısıldayarak konuşmak zorunda kalırsınız.


Bir rivayet vardır; mağaradan tek başına, sihirli değneği ona başkası getirmeden koskoca dağlara tırmanarak, boyundan büyük kayalardan zıplayarak çıkmış Zoe isminde bir kız çocuğu hakkındadır. Bu kız çocuğu ilk zamanlar korkusundan kendisine bile fısıldayarak konuşmuş, mağaranın dışında gördüğü kişilere çocukça sevinçle kendini gösterip onların bile tuhaf bakışlarıyla gururlanmış. Ama gel gör ki bu kız çocuğuna kimse hep böyle fısıldaması gerektiğini söylememiş. Gün gelmiş ve demiş ki küçücük boyuyla arkadaşına, "Ben mağaranın dışına çıktım, bu mağarada yaşamak zorunda değilsin! Sana göstermek de isterim dışarıyı, bayılacaksın!" Tabii bunları tek başına, o kadar meşakkatli yolu tek başına gidebilmiş olmanın gururuyla aynı zamanda da mağaranın içindeki birine yıldızları izlemenin ne kadar güzel olduğunu gösterebilmenin umuduyla söylüyormuş. Küçük kız nereden bilsin anlatacağı insanları güzel seçmesi gerektiğini, yalnızca birkaç adım atabilmiş mağaranın dışında. Minik Zoe'nin mevzu bahis arkadaşı Zoe'nin mağaranın dışına çıktığını anlatıvermiş herkese, hem de bir de utanmadan kendisine de yıldızları gösterecekmiş! Bak sen! İçeridekiler Zoe'ye temelli düşman kesilmişler. Minicik Zoe daha o küçük yaşında gözyaşlarını nasıl saklayacağını öğrenmiş, yalnız yemek yiyebilmeyi öğrenmiş (çünkü çok arkadaş canlısı, yalnızlığı hiç sevmeyen bir kızmış kendileri). Gün gelmiş o gün boyunca tek kelime etmediği olmuş. Mağara dışındakileri tanımak istemiş ama orada da görebildikleri ondan çook çok uzaktalarmış, ne sesi yetmiş onları çağırmaya ne de gitmeye gücü. Ya mağara içine uyum sağlamayı öğrenecekmiş ya da mağara dışında yalnız kalmayı. Oysaki mağaranın dışına çıktığında artık uçsuz bucaksız o muhteşem güzelliğin bile özgür ruhuna yetmediğini fark etmiş. Şimdi bu özgür ruhu nasıl küçücük mağaraya sığdıracaktı? Tek tesellisi artık kim olduğunun farkında oluşuydu. İçindeki ruhun büyüklüğünü biliyordu artık. Ama bu tesellisi de sonrasında başına dertler açacak. Kendisi o zamanlar bunu bilmiyor.