Gidiyorum: gönlümde acısı yanıkların…

Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.

Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların

Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.


Ne kadar da güzel dizeler değil mi? İnsanı anılar arasına taşıyan acımasız dizeler. Bu dizelerin Hüseyin Nihal Atsız’a ait olduğunu duyunca mutlaka şaşıranlar olacaktır. Bilmem ki Atsız’ın bu yönünü bilir misiniz?Bizde daha çok siyasi kimliğiyle bilinir ve tabii bir kesim tarafından nefretle anılır. Peki bu yönü de bilinseydi yine aynı şekilde nefret edilir miydi? Yoksa sapla samanı ayırmayı mı öğrenirdik? Yalnızca siyasi şiirlerini öne çıkarmak yerine bu tarz şiirlerinden de bahsedilseydi N. Atsız herkese bu kadar öfkeli bir yaşam sürer miydi?


Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,

belini sarmayalı,

gözünün içinde durmayalı,

aklının aydınlığına sorular sormayalı,

dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekliyor beni

bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.

Aynı daldan düşüp ayrıldık.

Aramızda yüz yıllık zaman,

yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta

koşuyorum ardından.


Peki bu dizeler? Daha önce bilginiz yoksa bu haliyle kime ait olduğunu çıkarmanız çok zor. Vatan hainliği desem ya da komünistlik… Silüetinin kafanızda belirmiş olduğunu görüyorum. Nazım Hikmet RAN. Vatandaşlıktan çıkarılan Nazım, mezarı dahî Rusya’da olan Nazım. Hemen şimdi gözünüze hoş gelen şiir, şu an o kadar da güzel gelmiyor değil mi? Hâlbuki aynı şiir, peki değişen ne?


Seni dağladılar, değil mi kalbim,

Her yanın, içi su dolu kabarcık.

Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;

Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.


Sensin gökten gelen oklara hedef;

Oyası ateşle işlenen gergef.

Çekme üç beş günlük dünyaya esef!

Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!


Son olarak bu şiiri ele alalım. Bu dizeleri okuyun ve notunu verin. Şimdi bir de Necip Fazıl’a ait olduğunu bilerek okuyun. Aradaki farkı oluşturan ne?

Yazarların yahut şairlerin hayatları karmaşalarla doludur. Bu isimleri özel kılan belki de yaşadıklarıdır. Tarih hayran olduğumuz adamların eserleriyle zıtlık oluşturan eylemleriyle doludur. Kimi katil, kimi alkolik, kimi zorba, kimi sapık, kimi sağcı, kimi solcu... Okuma seçimlerimizi bu eylemlerin herhangi birinden kaçarak şekillendirmeye çalışsak okuyacak kimseyi bulamayabilirdik. Bu yaftalamalardan arınmış bir isim belki de yoktur. Bazısı bu yakıştırmaları hak ediyor da olabilir ancak bu şaheserleri ne yapacağız? Onların suçu ne?

Ezbere yapılan yorumlar ve ön yargı toplumumuzun deva bulmaz sancısı. İşte ben de Orhan Pamuk’la bu ön yargılar sebebiyle çok geç tanıştım.



Kendimce Kitap Eleştirici 2 ‘’Kara Kitap’’


Kara Kitap’ı okumak epey zamanımı aldı. Hayır, kitabı okuma süremden değil, kitabı okumaya başlama süremden bahsediyorum. Uzun süre elim kitabın üzerine gidip başka bir kitaba yöneldi. Bunun sebebiyse elbette yazarla ilgili zihnime epey önce yerleşmiş olan ön yargıydı. Bir yakınım bile kitabı elimde gördüğünde ‘’O haini mi okuyorsun?’’ demişti. Bu tepkisinde haksız mı? Elbette burası bu tartışmanın yeri değil. Kimi öğretmenler nasıl yazılı kağıtlarına öğrencilerinin adını yazmasını istemez, ismini görmeden onu değerlendirmek isterse, kitaplar da yaratıcısından sıyrılarak değerlendirilmelidir. Bir ön yargı sadece genel düşüncelerden de etkilenerek oluşmuyor. Kara Kitap’la arama duvar örenlerden biri de tüm bunlardan habersiz bir İngiliz okuyucuydu. Kitap için düştüğü notta ‘’Hayatım boyunca hiçbir kitaptan bu kadar korkmadım.’’ diye yazıyordu.

İçimdeki inadı kırıp Kara Kitap’ı okumaya başladığımda kendimi bambaşka bir diyarın içinde buldum. İlk tespitim bu kitabın asla Türk olmayan bir kitap olduğuydu. Kesinlikle alışılmışın dışındaydı. Yazarın Nobel’i hak edip etmemesi de tartışmaya açık olsa da Orhan Pamuk’un neden son dönem en iyi Türk yazarı olarak gösterildiğini kavramış oldum. (İhsan Oktay Anar’ın yeri ayrıdır.)


Kara Kitap, üzerine çalışmalar yapılmış ve Orhan Pamuk’unKara Kitap 25 Yaşındaismiyle düşüncelerini kitaplaştıracağı kadar özel bir eser. Kendinizi basit bir konu başlangıcıyla giderek karmaşıklaşan, sizi de ‘’acaba nereye ulaşacak’’ diyerek içinde sürükleyen bir girdabın içinde buluyorsunuz. Girdap kelimesiyle kesinlikle metafor yapmıyorum. Kahramanımızı bir yandan karısının kendisini terk etmiş olmasının verdiği ruhsal bunalım, diğer yandan Celal’in kökenini tarihten, insandan, toplumdan aldığı konuları çözümlemeye çalışması ve bunları yaparken olağan hayatına devam etme gayretiyle görüyoruz. Kıskançlık temasının da ağırca hissedildiği kitapta kahramanımız Galip’in karakter bunalımlarını da heyecanla takip ediyoruz.

Kitap bana Dan Brown tarzını da anımsattı. Bolca genel kültür bilgisi isteyen Dan Brown kitaplarını okurken bilmediğim bir bilgiyle karşılaştığımdan nasıl ki telefonumu yanımda bulundurma zorunluluğu hissediyorsam, aksi takdirde hikayede yapbozlar oturmuyor, Kara Kitap’ı da okurken yanımda telefon hazır bulundu.

Dil ve anlatım üslubu olarak da mutlaka Orhan Pamuk’a sormak istediğim sorular var. Mesela neden hep devrik ve bir süre sonra baş ağrıtan uzun cümleler. Aslında akıcılığı sağlıyor olsa da bir süre sonra anlamayı zorlaştırdığından akıcılığı sekteye uğrattığını görüyorsunuz. Hikayeye odaklanmaya çalışmak yerine cümleyi anlamaya çalıştığımız için odaktan kopuyorsunuz. Bu belki de Orhan Pamuk’un bir stratejisidir.

Beni kitaba en çok çeken kısım ise kitabın sonuna eklenen ‘’Romanın Yazılış Hikayesi’’ bölümü oldu. Orhan Pamuk’un kitabın yazılış hikayesini kendi psikolojik durumunu da katarak anlattığı bu bölümde kimi zaman karşımda Orhan Pamuk’la sohbet ederken buldum kendimi. O benimle hikayesini paylaştığı gibi halen apuldayarak ilk romanını yazmaktan olan ben de kendi hikayemi anlatıyordum.Acemi Pamuk’un yaşadığı zorlukları görmek ve kendimle karşılaştırmak oldukça hoşuma gitti. Aynı şeyleri olmasa da aynı amaç uğruna zorluklarla karşılaştığımız için kitapta nasıl Galip kendini Celal’in yerine koyuyorsa, ben de kendimi Orhan Pamuk’la özdeşleştirmiş buldum.

Kim bilir, belki de bir gün bu yazdıklarımı okutma fırsatı bulurum. Ön yargılardan uzak.