ufkun açık güneşliğinde isimsizliğiyle süzülen kar tanesiydi bakışın

ve kaçışın ondan hallice yanarak ölen ceylanın ta kendisi


seni özlemeyeceğim.

çocuk, seni öpmemem gerekirdi.

dudaklarımdan sızan zehir damarlarıma girdi.

kestiremediğim bir gökyüzünü başıma sardı gök.

bir duman ölüsü karmaşık, savaşlık uykularıyla

kaçtığım duman, anlamını beni boğunca kaybetti.


yağmurlar yağdırdım, çünkü biri yağdırmalıydı.

bir şey yağmalıydı gözlerimize 

ıslatmalıydı avuçlarımızdan coşan hevesleri.

artık her gün karmaşık, her alan savaşlık.

asfalt gözümü aldı,

cehenneme düşüşümün sebebi açık.


kaldırım kenarı, duvar gölgesi, sayısız panolar

ağaçlara ismim kazınmış

tek suçu olmayan bir katil eliyle.

katil, mum alevi gibi titrek, salınışında bir duvar resmi,

en ince kelimenin en ince hecesi.

karanfil mesela...

panodaki kız yangın yeri.

dumanı, ben kaçarken takip ediyor 

kalbimden dökülen izleri.

karanfil büyüyor ellerimde parmaklarımı açtıkça

her sabah aynı uyanışla savruluyorum dünyaya

yastığım kuruyor pencereye doğru her gece

sokağımın sonuna saatlerle varırım zarif bir ölüm için

katilim, hâlâ ince.


işte ellerin o an saçlarını ensenden ayırdı.

sıyırdı tel tel vücudundan,

parmakların aralarına karıştı.

dalgaların kıyıma vurdu, saçın titreyerek dalgalandı.

ki ben öleyim diyeydi bunların hepsi

ruhumla bakıştırılan ruhuna hapsolayım diye.

dumanını soludukça parmak uçlarıma gir,

iliklerim en yumuşak kıvrımında kaybolası...


yirmi asırlık anlatılar diziyorum parmaklıklara

sesimi duyan, tek ayağı masada, elinde sigarası

açık yaka cepte çakı bir memur bey

ki ondan da yardım dilenmek yakışık almaz.

özgürlüğüme namlu uzatan paçavramsı,

kirli sakal, kirli tırnak...

-aynamı hatırlattı bana.

içten içe kilit vurulmuş her kapı

aynamı hatırlatır bana.

soğuk bir yüz, soğuk dudaklar.

ruhumu öldüren soğuk bir özgürlük.


05.05:

yatağım göz acılarıyla aydınlığa doldu

kağıtlar raflardan süzülüyor

kağıt kesiği renkleri bir başıma dört yanımda


"ruh şarabı gördü üzümden önce."

ruh ne görse de ölmedi,

ölmemişti şimdiye kadar.

tüm duman pembesi artık siyah ve gri

freedom is soul but nobody free


05.45:

beyaz masa, beyaz güneş.


ellerinle işlediğin affettim tüm suçlarını

ki çok rüyam geçti tanırım avuçlarını


idrak etti, gark etti,

yaldız döngülerde beni çark etti.

can bulmaya ne kaldı

ne kaldı ağızlanmaya şunun şurasında

iklim ağızlanıyor hızlanıyor

hızlanıyor ağızlanıyorken iklim

ne kaldı iklimin en derin yarasında

ve beyaz pullara attığım parıltılar,

hangi iki köprü arasında?


taşlar ağızlanmadan bu yoldan çık.

onlar affedemezler inançtan uzak masalları.

bekle, yamaçları aşmadan göğsüme bulaşan yürek izinde.

ben öldüğümde hatırladım satıldığımı

ölmek iş değildi on sekizinde.


insan


yürüyorum; camilerde, kiliselerde, havralarda.

ayaklarım değdikçe eziliyor set zemin

ibadet bir tepki eylemi haline geliyor benim için.

dualar yoklayamaz bileklerimi, nabzımı

kuytuda yazgım yatıyor, kaldıramıyorum

kader, hiçlik sorgusundan geçememiş.

biraz sonra cenneti aralayan soğuk rüzgara gidiyorum

cenneti, meraklanıp kucaklıyorum var gücümle.

yürüyorum; kapıları aralayıp, köprülerden geçerek

yürüyorum beni çağıran sesin kaynağına.

hangi halim memnun kıldı diye düşünmek,

kolay geliyor ya hiç memnun etmeseydi demekten.

hiçbir uzvum ne olacağından haberdar değil

yaklaştıkça yaklaşıyorum baruta ve ateşe

yürüyorum; kesik kulaklar, gözlerde mil.


ben, insanım

şehvetim ilahlardandır, bir ilah gibi coşarım

ve ateş ve toprak ve çamur hepsi benim.

ben, insanım

yürüdükçe yürürüm alevler içine.

yürüdümse yürüdüm, yakılacaksam elinden koşarım.


bir aşk yaşamak cenneti cehenneme bağlamak gibi

yürüyorum köprülerde şartlar bana ne sunarsa.

kucakladığım cennet dizlerime kadar iniyor

mavi ormanlar yangına veriyor kendini


cehennem, yaşanacaksa başkenti aşkın.


"yalnızlıktır denizin tek yasası

aşkın altın yasasıdır o."


yürüyorum, bazen kızıllığa bazen aydınlığa

yürüyorum, huzur denilenle ve yanışımla

mahşer, saçıyor adımlarımı

yürüyorum mahşer kadar sabahı.

ben:

insanım,

yürüyorum.

mahşer saçıyor adımlarım.

saatler ötem devriliyor her yel kımıldanışında.


şeytan


sarhoş sevişmeler ayık tebessüm

kürkçü dükkanında kırmızı mintan


ben unuturum, yine selam veririm

çağlayan gözlerle belki.

söylesen,

hangi kırk yıl uğruna kırılan fincansın?


tanrı


başladı, cenaze kalkınca yaratılış.

eller bağlandı, karanlıktı şehir.


evin arka odasında, yalnız kaldı şiir.