Ömer, nişanlısı ile birlikte balık restoranındaydı. Hem yemek yiyip rakı içiyorlar hem de evlilik planları hakkında konuşuyorlardı. Ömer subaydı ve rütbesi ise yüzbaşıydı. Sözlüsü Aylin ise edebiyat öğretmeniydi. Her ne kadar kendi aralarında yüzük takmış olsalar da Aylin’in endişeleri vardı. Ömer’in mesleği dolayısıyla sürekli olarak şehir değiştirme konusu kafasını karıştırıyordu.

’’Ne yapacağız yani, yüzüklerimi atalım?’’dedi Ömer.

‘’Saçmalama, ben öyle bir şey mi dedim?’’

‘’Bak, eğer düşünmek istersen,’’derken telefonu çaldı. Hafifçe tabağının yanında duran telefona doğru eğildi. Arayan kardeşi Hasan’dı. Telefonu meşgule attı. ‘’Düşünmek istersen,’’dedi ama konuşmasını yine telefon yani Hasan böldü. Tekrar meşgule attı.

‘’Kim o ısrarla arayan?’’

‘’Kardeşim Hasan.’’

‘’Ailen hakkında çok az şey biliyorum.’’

‘’Ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi.’’

‘’O ne demek?’’

Bu sefer telefona resimli bir mesaj geldi. Resimde hasta yatağında burnunda hortumlar takılı olan, hastalığın yiyip bitirdiği yaşlı biri vardı. Bilinci kapalı gibiydi.  Resmin altında ise ‘’İYİ DEĞİL, SENİ SAYIKLIYOR.’’yazarken altında hastane adresi vardı. Korkunç bir ürperti vücudunu sararken midesi kasılmaya başladı. Nefesi daralıyor ağzı kuruduğu için yutkunmakta zorluk çekiyordu. İçinde söndüğü sandığı küller tekrar alev almıştı. Kulaklarında müthiş bir basınç oluşmuştu. Aylin’in ‘’Ben senin aileni tanımayacaksam bu iş nasıl olur Ömer?’’deyip aile ve evlilik hakkında nutuk çekmesi ızdırap verici düşüncelere dalan Ömer’in dikkatini çekmediği gibi giderek kısılıp yok oldu. Doğup büyüdüğü, çocukluğunun geçtiği evden ayrılmasının üstünden yaklaşık yirmi sene geçmişti. O zamandan beri onu ilk görüşüydü bu resim. O’na ‘’Senden utanıyorum.’’deyip kapıyı çarpıp gittiğinde upuzun kızıl saçları ve iri dudakları vardı. Esmer teni, uzun boyu, güler yüzü, yanaklarında iki küçük gamzesi ve yakıp kavuran seksapalitesi ile o âlemlerin şöhretli ‘’Fulya’’sı idi.

Gözlerini diktiği masanın köşesinden kafasını kaldırıp sürekli olarak dudakları hareket eden Aylin’e bakınca konuşması televizyonun sesini açar gibi giderek yükseldi.

‘’…Bunun bana cevabını ver ilk önce. Benim bunları bil…’’

‘’Aylin, seni eve bırakayım. Yarın çok işim var.’’deyip nişanlısının konuşmasını yarıda kesti.

Ömer, ertesi gün karmaşık duygular içinde uyandı. Yıllardır görmediği ihtiyarı görmek için sabırsızlanmıyordu ama bu onu son görüşü olma ihtimali olduğu için elini çabuk tutmak istiyordu. Banyoda sakal tıraşını olurken yuvarlak aynada kendini değil geçmişi görür gibiydi. Renkli ışıklar, şiddet, aşağılanma, utanç ve bir köşeye sinip olanları küçük aklıyla yorumlamaya çalışan Ömer…

Ara sıra görüştüğü kardeşi Hasan sayesinde son durumu -o sormadan kendisi anlattığı için- hakkında bilgisi oluyordu. Tıraşını bitirip üstünü giyindikten sonra telefonla bir yeri aradı.

‘’Gidiyorum.’’dedi.

‘’Git ama hastaneden çıkınca ara.’’dedi karşıda ki ses.

Dışarı çıkıp önce börekçiye gidip karnını doyurdu. Sonra Fulya Sultan’a bir hediye almak aklına geldi. Bunun onu mutlu edeceğinden adım gibi emindi.

Hastaneye gidince kardeşini Fulya Sultan’a çorba içirmeye çalışırken gördü. Tabağı servis masasına bırakıp ayağa kalktı. Ondan küçüktü ama daha yaşlı gösteriyordu. Birkaç kere küçük suçlardan cezaevine girip çıkmıştı. Bu yüzden onu hiç yargılamıyordu. Çünkü yaşadığı hayat Ömer’e ağır gelirken o ise Fulya Sultan’ın yanında kalıp savaşmayı tercih etmişti. Hasan, yaklaşıp boynuna sarıldı. Biriktirdiği gözyaşlarını hıçkırarak döktü. Nedense ona sarılmak istemiyordu. Omzunun üstünden Fulya Sultan’a baktı. Gözlerini tavana dikmiş öylece bakıyordu. Vücudunun her yerinde tıbbi aparatlar takılıydı.  

‘’İyi ki geldin Ömer.’’dedi kardeşi.

‘’Beni onunla yalnız bırakır mısın?’’

Kardeşi kapıyı üstlerine kapatıp çıktıktan sonra yatağa yaklaştı. Bir süre dünya ile bağlantısını kesmiş, zayıflıktan bir deri bir kemik kalan ihtiyarı izledi. Dişsiz ağzı sonuna kadar açık, gözleri ve avurtları çökük haliyle Scream maskesini andırıyordu. Yaptığı benzetme içinde gülme isteği uyandırmıştı ama içinde bulunduğu durumun vahametini hatırlayınca kendini tutmak zorunda kaldı.

‘’Ama senin yüzünden be Fulya Sultan! Her koşulda hayatla dalgasını geçen birisiydin ve beni de öyle yetiştirdin. Eminim ki yaptığım benzetmeyi idrak edebilsen yataktan kahkaha atarak fırlardın. Sen ki annen öldüğünde bile dudaklarını kıpırdatmak için dua yerine şarkı okuyan birisin ama ben o kadar olamayacağım, kusura bakma!’’diye geçirdi içinden.

Fulya Sultan geldiğini hissetmiş gibi yavaşça başını çevirdi, gözlerini aralamaya çalıştı ama ağır gelmiş olacak ki tekrar kapandı. Ömer, yatağın bir köşesine oturdu. Battaniye üzerinde ki damar yolu takılı, küçücük kalmış damarlı eline dokundu.

Fulya Sultan’ın sarkmış kulak memesi ve içinden uzamış kıllar çıkan yaşlı kulağına eğilip fısıldayarak;

‘’Vay be Fulya Sultan! Eskiden beline kadar ateş kızılı saçların yerinde şimdi yeller esiyor. Dolgun dudakların incelip, buruşarak ağzının içine girmiş. Her gece tozunu attırdığın sahnelerin ışıkları gibi parlayan gözlerin, alnına değecek kadar uzun kirpiklerin bile terk ettiği kepenklerle kapalı şimdi. Bakacak kimse olmadığı için çalıştığın pavyona bizi de götürürdün geceleri. Bir köşeden seni izlerdim. Nefesini keserdin müşterilerin. Masalarına oturman için ne kavgalar çıkardı. Sende az değildin ama! Göğüs ve sırt dekolteli bir karış elbisenle ve herkesle oynaşan gözlerinle adamları kudurtmasını iyi bilirdin. O zamanlar anlamıyordum hiçbir şeyden. Oturduğum yerde uyur kalır ertesi gün gözümü yine senin uyandırmanla yatağımda açardım. Bir gün bile kahvaltısız göndermedin bizi okula. Herkes çocuklarının paşa torunlarıyla arkadaşlık etmesini istediği için biz onlar için muzır neşriyattık. O zamanlar anlamıyordum ama kafam bazı şeylere ermeye başladığında senden utanmaya başladım. Bazı geceler eve üstün başın paramparça, suratın parçalanmış halde gelirdin. Bazen polisler beni evden alırlardı. Kaç kere evden kendimi öldüğüne hazırlayarak çıktığımı nasıl unutabilirim. Hoşlandığın adamları ben yokken eve getirdiğini de biliyorum ama hadi o kadarına üç maymunu oynayayım! Şimdi bile rüyanda kaslı erkeğin biriyle –birden fazlada olabilir- iş tuttuğunu tahmin edebiliyorum. Biz aynı saatte yemeğe oturup haberleri izleyen, arkadan dizi izleyip erkenden yatan ailelerden olamadık ama ileride bir torunun olursa bizim yaşadıklarımızı yaşamayacak. Arkadaşlarımın dalga geçmesinden bunalıp hiç hak etmediğin hakaretler ederek seni terk ettiğim zaman daha dün gibi gözümün önünde. Ne yazık ki bizim için en çetin zorluklara göğüs gerdiğini anlayamamışım. Bacaklarıma kapanıp ağlayarak gitmemem için yalvarmıştın. Şimdi saygınlık gören bir mesleğim var. Birazda bu yüzden senden uzak kalmak istedim. Keşke arada sırda bile olsa gelip elini öpseydim. Sana bir hediye aldım. Biliyorum, artık çok geç. Amacım af dilemek değil. Eminim ki sen bana hiç kırılmadın. Sadece seni ‘’Fulya Sultan’a layık bir şekilde görüp gurur duymak istiyorum.’’dedi.

Ömer, yanında getirdiği poşetten küt kesim, uçları içeri doğru kıvrılmış, kızıl renk bir peruk çıkardı. Yatağın sırtını biraz yukarı kaldırıp Fulya Sultan’ın dik oturmasını sağladı. Peruğu dikkatlice bir parça beyaz ve kısa tüyün içinden kırmızı ve kahverengi beneklerin belli olduğu kafasına yerleştirdi. Sonra poşetin içinden perukla aynı renkte bir ruj çıkarıp ağzının içine girmiş dudaklarını boyadı. Dikkatini silikonlu göğüsleri çekti. Hala büyük ve diktiler. En son gözlerine siyah renkli bir kalem far sürdü.

Fulya Sultan’ın gözleri hafif aralandı. Ömer’e doğru baktı. Ağzının kenarları yukarı doğru kıvrılır gibi oldu. Ömer’de ona gülümsedi. Odadan çıktıktan sonra boşanıp kendinden çok daha zengin ve yaşlı bir adamın metresi olan anneleriyle gitmek yerine Fulya Sultan’la kalmayı tercih edip bir daha görüşmeyi reddeden Hasan’la vedalaştı. Hasan’a kendisi gibi son pişmanlığın fayda etmeyeceği zaman gelmeden önce sürekli onu soran annesinin elini öpmesi için nasihat verdi. Hastane bahçesine oturup biraz nefes aldı. Arka cebinden telefonunu çıkarıp annesini aradı.

‘’Anne, şimdi çıktım hastaneden… Fulya Sultan iyi değil.’’dedi.

Arkasından Aylin’i arayıp hastaneye çağırdı. Ona ailesini tanıtacaktı.