Küçüktüm o zamanlar, altı bilemedin yedi yaşındaydım.

Tepeden vurdu mu güneş, bahçeye koşardım. Elinde bahçe hortumuyla sulamaya başlardı babam çiçeklerini. Birkaç defa onlarla konuşurken yakalamıştım.Tabii o zamanlar anlam verememiştim. "İnsan neden çiçeklerle konuşur ki?" diye düşünürdüm. "Baba, ne konuşuyorsun bu çiçeklerle, neden bu kadar çok seviyorsun?" diye sorduğumda, "Evlat bunlar gam çiçeği," derdi. Neydi bu gam çiçeği? "Bunlar bildiğimiz yapraklı, renkli, her gün gördüğümüz çiçekler," derdim. Babam sürekli tekrar ederdi: "Her geçen gün büyüyorsun evlat ama fark etmiyorsun; gerçekten büyüdüğünü, ilk gam çiçeğini toprağa ektiğinde anlayacaksın. Keyfini çıkar çiçeksiz bahçenin, Allah kimseye gam çiçeği tohumu ekmek nasip etmesin."


Bugün 21 yaşındayım. Geçen hafta salı günü toprağı eşeledim, çiçek tohumlarını ektim, üstünü kapattım ve kendimle suladım. Gün geçtikçe filizlendi, bugün tam 6. filizini verdi çiçeğim. Ne tür bir çiçek olduğunu soracak olursanız doğrusu ben de bilmiyorum. Tek bildiğim, benimki gam çiçeği. Nereden mi biliyorum? İnsanın kendisine bile anlatamadığı dertleri vardır ya hani, bildiniz mi onları? İşte, o dertler, insana titreyen ellerle çiçek ektiriyor, ilk sulamasını gözyaşlarıyla yaptırıyor. Filizler açıldıkça konuşmaya başlıyor insan onlarla, bir bir döküyor içini. Her yeni filize hikayeyi baştan anlatırken buluyorsun kendini, ben bugün altıncı kez anlattım hikayemi. 21 yaşında anladım gam çiçeğini. Dertlerle ekilen, dertlerle sulanan, dertlerle büyüyen çiçek: gam çiçeği. Babam, "Gam çiçeğinin yeri yoktur, toprak olsun yeter," derdi. Nereden bilebilirdim, bahsettiği toprağın kendi toprağı olduğunu; sadece yedi yaşındaydım. Eğer bir yerlerden beni izliyor ve duyuyorsan baba; başaramadım, gerçekten büyüdüm.