Vakit gece yarısı olmuş. Gürültü. Gürültüler gürûhu niçin kesilmedi o zaman? Kalabalık hissediyorum hala. Çok kalabalık. Vakit gece yarısı, gözümün pencereye kaymasıyla fark ediyorum ki dünya ıssız, kalabalık gürültü benden geliyor. En içimden. Zihnimden, belki kalbimden. Susmayan kaygılarım. Kaygılarımla atan kalbim. Gelecekte yaşamak ciddi anlamda kaygılı. Geleceğim hakkında düşünmeden duramıyorum son zamanlarda. Yatıyorum, kalkıyorum, gelecek. Gelecek? Ne gelecek? Ne getirecek?
Gelecekte ne yaşayacağımı bilmek ister miydim diye düşünüyorum zaman zaman. Ben, filmlere ve kitaplara dahi mutlu son ise başlayan bir insanım. Kendi geleceğimde mutsuz isem eğer, öyle görürsem kendimi kahretmez mi bu beni? Nasıl mutsuz olacağım ki? Beni ne mutsuz eder? Hayallerimin peşinden gidememiş olmak? Kalbimi hüzne terk etmiş birkaç sevdiğim insan? Başarısız bir kariyer? Dünyanın daha da kötüye gitmiş olması? Tamam, bu gerçekten mutsuz hissettirir bir yerde ancak zamanla alışırım. Hepsine zamanla alışırım. İnsanım. Bir şekilde, böylesinin de iyi olduğuna ikna ederim kendimi ve mutluluk hep seçimlerimde olur. Mutluluk bir seçim midir? Öyleyse mutsuzluk da bir seçimdir denilebilir? Nasıl seçilir ki bunlar? Mutluyum dediğimde mi mutluyum? Aslında her şey geçici. İyilik de, kötülük de sağlık da hastalık da gençlik de yaşlılık da. Dudaklarım kıvrıldı çünkü biliyorum ki “her şeyin” de istisnası ölüm. Ölüm kalıcı. Ölüm adil. Ölüm hep. Gerçek şu ki, ölene kadar yaşadığımı unutmayacağım, fakat öldüğümde de yaşamımı gözüme getirdiğimde 3 saniyeden fazlasını göremeyeceğim. O vakit kaygılar ne anlamsız, yaşam dediğimiz ne uyuşturucu, insan ne garip.
Garip doğdum, garip öleceğim.