ben ölümün koynunda kundakladım seni.

sirkeli mendiller bastırdım kiraz dudaklarına 

o kirazlar ki küpeydi kız çocuklarının kulaklarına 

ama küpe olmadı sarkan kulaklarından 

kan oldu akan, korkudan ısırdıkları dudaklarından.


daha tohumken,

çekirdeği hissettirilmeden çıkarılan bir meyve gibiydim.

kim çaldı benim çekirdeğimi diyemedim 

dışım canlı bir renkken, içtendi çürüyüşüm 

başımı dizlerine gömüp ağlamak istedim sadece 

her seferinde içime kanamaktan 

öldü göğsümün kaktüsleri

göğsümün dikenlerinden öper misin, tam olarak şimdi...


beş duyu organım sevgiye dair izler ararken,

o izleri kocaman ayaklarla yok ettiler. 

babaların erkek çocuklarına göstermediği sevgide,

onlara yükselen feryatta boğuldum ben.

hiç işi bitmeyen komşu gelinlerinin

eşleriyle bir deniz kenarında oturmadan 

bu dünyadan geçişlerini

ağlayarak izledim.


saat yedi sularında 

lağım kanalları gibi olan televizyon kanallarından kaçıyorum.

bir piknik örtüsünün desenlerine 

saatlerce gözlerimi dikiyorum. 

hastane önünde

kızının saçlarını ören bir baba görüyorum.

bir türkü mırıldanırken içimden

ölmek üzere olan birinin ağıdına çarpıyorum.

yaşamın bu denli güzel olduğu yerde

insanların çirkinliğine ağlıyorum.


bileklerim kalem tutamayacak kadar incelmiş. 

ellerinin sıcaklığı bile geçiremiyor karnımın sızısını. 

seninle yıllarca dans etmek zevkinden mahrum bedenim 

ağrılardan kırılıyor.

 

yeryüzünde yaşamımı sürdürebilmem için 

ellerimin hissetmesi gereken his aşkın sıcaklığıyken, 

titremeler kalıyor bana yazın ortasında 

kulaklarım şarkılara değil, küfürlere şahitlik ediyor

gözlerimin gördüğü sevgi dolu öpüşmeler değil, 

hıncahınç döğüşmeler oluyor. 

burnum akşamüstleri deniz kokularını değil, 

dumanları içine çekiyor. 

boğazımdan şekerimsi aromalar yerine 

hıçkırıklar geçiyor.


bir paçavra gibi sürükleniyorum bu yerlerde 

kırık çiçekli bir aynayım kapının dibinde 

kırığım diye çiçeğimi görmüyor kimse

bedenim asfalt olup sürtünse de yollarda

kavuşmak imkansızlaşıyor sana


sen bilir misin benim kıymetimi

dünyanın hüznüne dökülen gözyaşlarımı 

dudağıma inmeden buharlaştırır mısın bir gece vaktinde

yetmiyor artık yıldızlı gece lambaları düşsüzlüğüme 


yeryüzünün masumluğunu özlüyorum en çok ve 

onu arıyorum hep. 

uyumadan önce cici bebeyi süte banmak gibi 

saçlarımı dolamak istiyorum yanaklarına. 

ama şimdi toprağa salınan çimden öteye geçemiyor hiçbir saç telim.

başımda söylenen şarkılar 

içimin ölü kuşlarına söylenen bir sela gibi.


şehirler, terkedilen eşyalar silsilesi. 

ben susuyorum, onlar konuşsun diye. 

köpekler her yerin hüznünü gözlerinde taşıyor, 

onların gözlerine bak ve beni hatırla. 

yokluğun sağır edici sessizliğine maruz kalırsan bir gün

o eşyaları gör ve beni duy. 

çünkü yalnız bırakılan, terkedilen, kıymeti bilinmeyen

her eşyada gözlerimin izi var.


geç kalmak, ölümün öznesi. 

sensin yalnızlığımın gizli öznesi.