Bazı geceler gözüne uyku girmeyince yapacağı, yapmak istediği, yaptığı şeyler hep farklı olurdu. Misal aynada kendine bakarken bulurdu kendini. Çehresine bakardı. Okşardı yüzünü. Bıyıkları siyahtan burmaydı. Kimi geceler bu kıl ordusunu kesmek gelirdi bıçağından. Yapamazdı. Yapsa silinip giderdi bir şeyler içinden, bilirdi. Bu gece yalnızca gözleri buluştu aynada.

Haziranın yirmi üçü. Yaşı önemsiz. Tek gecede bir pay biçme çabasına ortak kimseler arardı. Neden sonra kemerine sabitlediği silahını yoklardı. İnsanları, havayı, kuşu, kurdu, şiirleri, gülümseyişleri... Yoklardı. Mırıldandı sessizce yatağında başkomiser: "Acı duymuyorsan kendini bir yalana inandırmışsın demektir."

Sevgili acı, bu gece bana pek bir yabancısın. Oysa A. gideli aylar olmuyordu. Yine getirdi gözünün önüne anıları. Varlar mıydı?

Yoksa sadece düş müydü bütün bunlar?

A. gitmeden önce Tayfun'a dönüp (Tayfun bu dönüşleri dünyanın iyiliğine sayardı, ne de olsa dünya da nefes almalıydı.) "İnsanlar değişir." demişti. Değişmeyen tek şey, şu küçük şehirde başkomiser kalmıştı. Sokaktaki kedi bile değişmişti. Çöp konteynerleri hele... Belediye başkanı? Sanmam. Yalaka! Neden?

Görmedin mi bindiği aracı? Önemsiz.

Yatağında uzanıyor şimdi, bilirim. Bacaklarının üstünde balıklar yüzüyordur. Sonra sütyenini çıkartıp atmıştır bir kenara. Rahat bi' nefes almıştır. Pek fena alışmıştır bu rutine. Pek fena! Gün onu yormuştur. Hava yağmurlu, gönül ıssızdır. Geceye çalıyordur şiir. Yağmura bulanmıştır toprak. Hava kurşun atacaktır utanmasa.

Paralayacak sözler arar kafasında. Kimi yerecektir bu gece, bilinmez. Havayı yağmurlu mu, güneşli mi sever, anımsayamadım şimdi. Belki anımsatacak bir şeyler kalmamıştır. Kalan ne? Tuttuğu nefes. Bıraktığı o ılık hava.

Şimdi almıştır ikinci nefesini. Rahat mı nefes alıp verişi? Sanmam. Boğaz ağrısı çekiyor aylardır. Gıcık mı derler ne. Ondan olsa iyi. Telaşlı elleriyle sigarasını arıyor. Nereden biliy... Sigarasız kitap okumaz. Kitabı sigarayla okur.

Çeviriyor Bulantı'nın sayfalarını. Altını çizdiği bir cümle arıyor. Aramasa bulamaz. Şimdiye sıkılmış olması gerekir. Kitabı bir köşeye fırlattı. İçindeki ayraç ise bambaşka bir yere düştü. Tekrar başlaması gerek. Kitaba mı? Hayır, nefes alıp vermeye.

Sokak başında puslu camlarda onu arayan gözleri görmesi için kafasını çevirmesi yeterlidir. Bu gece kimseye eyvallahı yoktur. Vardır ya, yoktur. En iyisi budur: ikinci sigaraya başlamak için bir sebep aramak. Boldur. Bodur minareden ötedir her şey. Sabah olup vapura binecektir de başkomiseri yoktur. Neşesi kanadında kalmıştır martının.

Öyleyse tanış şimdi onunla.

Bir adam yürüyordu sokakta, gölgesinin altında ezilen. O bendim. Ben hiç ait hissedemedim kendimi bir yere. Bir eve, sokağa, ülkeye... Yersizdim. Yersiz duygular taşırdım kalbimin içinde. Ayaklarımı yersiz yerlere sürerdim.

Ben hiçbir zaman tam olamadım. Tam: Üç harf. Yarım kafiyeli, redifli, sanatlı, resimli bol güldürücü bir eylem.

Yarım: kafiyesiz, redifsiz, sanatsız, resimsiz az güldürücü bir yıkım.

Sokaklarda birini ararım. Kadınlarını öldüren herifleri. A.yı aramıyorum. Aynı şehirde yaşıyor, aynı kaldırımda yürüyoruz ama hiç çarpışmadık henüz. O, on dokuzdu, ben yirmi.

"Cinayetçi olup da ne yapacaksın?" demişti. "Sen önce 'içindeki seni' öldüreni koy hapse."

Acı bir tebessüm koydum yüzüme. Benim kalbim dünyanın en boktan hapishanesidir diyemedim. Ölüleri ölüler sınıfına koyan manyakları aradım. Duraksadım. Bitti dedim. Sonra biri daha öldürüldü. Zaman dedim, zaman, dur bir dakika. Düşüneyim.


Bir katil vardı, hatırlar mısın başkomiserim? Ben unuttum fakat o beni unutmadı. Her sabah gözümün önüne kamp kurar o olay.

Kaç dikişli bir aforizmadır bu serzeniş? Adamın göğsü paramparça. Kan durmuyor. Katili arıyoruz her köşebaşında. Aylar sonra bir ipucu bulduk olay yerinde. Daha doğrusu Nurgül bulmuştu. (Edebiyat öğretmeni hayattan bir beklentisi kalmadığında polis olmalıdır.) 

Odamda otururken uzun saçlarıyla dikildi karşımda. Espriyle, "Yoklama defterini mi getirdin?" diye yokladım.

Ardından montunun cebinden bir CD çıkarttı. Bir pub, şehrin öteki yakasında. Loş bir ortam. Kadınlar, erkekler alkolden bitik halde. Bir müzik çalıyor ama yabancı olduğu belli. Tek plan. Sadece gitarist seçilebiliyor videoda. Yanında genç bir kız var. Kucağına oturmuş.

Sanki kamera bir yere sabitlenmiş. İkinci dakikada kamera gitariste doğru yaklaşıyor. Ardından. Ardı yok, böyle kesiliyor video.

Mekanı logosundan tanımıştı Cem. Arabaya atlayıp yola düzüldük. Kamera kayıtları... Sonra katil kadını bulmak uğraştırdı biraz. Birkaç sokak, mekan kamerasını daha incelememiz gerekiyordu.

Sorgu odası soğuktu. Kadının yüzü buz. Onu öldürdüğü dakika bitmişti gözyaşları. Neden diye sormalıydım. Sorsam bir buz kırılacak, parçaları yüzümüze çarpacak diye korkuyordum.

Nurgül yetişti imdadıma. "Neden?"

Dudağındaki mor renkte ruj güzelliğini baltalıyordu. Saçları kısa, bacakları uzun, kaşlarında piercing: katil. Ama neden? Gözlerini dikmiş karşı duvara. Yüzümüze bakmıyor. Sonra uzun zamandır uyuduğu uykudan uyanmış gibi doğruldu. Bir iki öksürmeyle temizledi boğazını.

"Onu videoya aldım. Çünkü yüzüne yüzüne vuracaktım gerçeği. İnsanların birbirine yetmediği gerçeğini... Evliydim onunla. O kadar içmişti ki beni görmüyordu. O kadar sarhoş olmuştu ki ayıldığında bile görmedi beni. Kucağına aldığı kadını tanırım, tanımam. Yetememezlik... Acıtan buydu. Kalbini vurdum bıçağı defalarca. Kendimi oradan çıkarabilmek için."

Adımlarımı sıklaştırdım. Beni bu şehre getiren büyüyü düşündüm. Bu şehirden götürecek olan kadını hatırladım. Ne yapıyordur şimdi? Işıkları kapatmadan uykuya dalmıştır. Sabah uyanıp gözlerini açtığında, yani dünya yeni bir uykuya uyandığında, kadınlar ve erkekler birbirlerini tamamlayıp düş görmeye başladıklarında, katiller ve polisler sokakta cirit atmaya, çocuklar ve diğer normal insanlar ekmeği bir masada kardeşçe paylaştığında... Uyanırım. Sokak, şu gördüğün simit satan adam ayakta tutar beni. A.yı bulunca bitecektir merakım. Acıtan buydu: Aşk. Pek fena!

Yağmur başladığında arabamda Cartel çalıyordu. Telsizden gelen ihbarı duymak için sesi kıstım.