Fısıltılı bir yalnızlık içinde rengarenk yaşamlar. Dışarıdan bir lunapark, içeriden kederli bir meyhane. Uğraşılamayan, öğrenilmiş çaresizlikler. Anlaşılamamış düşünceler. Rutinsel yaşayışlar içerisinde anlık duraksamalar. Lakin bazen bunların duraksamaların ötesinde olmasını istiyor insan. Bu gibi durumlarda karanlık ve dingin bir gecede kendini orta yerde bulur insan. Vakit ilerledikçe sorgular ve daha çok içine girer gecenin. Varlıksal kanıksamaların oluştuğu bu gecenin ilerleyen saatlerinde bütünleşmiş bir ruhsal donanım sahibi olunuyor. Bu sebepledir ki birey, içinden çıkılmaz bir düşünsel hiçliğe giriyor. Ruhu ve düşünceyi hayata döndürmek ancak güneşin doğuşunu görmek ile mümkün oluyor. Rahatsız edici ve bir o kadar keyifli bir süreç oluyor. Acı ve zevk veren bir tezatlık. Pozitife edilmek istenen bir negatiflik. Dairesel bir keskinlik. Sorgusal bir dinginlik. Özgürlük ile yalnızlık arasındaki ince çizgi gibi bir anlamsallık. Bağımsız bir denetleyicilik. Vadeli bir sonsuzluk. Karikatürize edilmiş bir realistlik. Ruh ve düşünceyi dönüştürmek bu hayata, evet zorlu bir süreç. Çünkü birey konfor alanının dışında bir savaş veriyor. Kendisini olmak istediği kişi ve olduğu kişi arasındaki çatışmada yıpranırken buluyor. Ama bu yararlı bir şeydir. Bir şey eğer ki yıpranıyorsa kabuk değiştirmenin zamanı gelmiştir. Bu yıpranma eğer ki birey dirayetli ve pragmatik bir düşüncedeyse kabuk değiştirtir bireye. Evet değiştirmek gerekli bazen kabuklarımızı. Birkaç zamanlık kabuksuzluk çıplaklığı bizi korkutmamalı ve utandırmamalı. Çünkü bazen ışığı yakalayabilmek için karanlığa dokunmaya cüret edebilmek gerekir.