Gece birdenbire uyandı, odasının kapısını açtı, koridora çıktı. Koridoru süratle geçtikten sonra merdivenlere yöneldi. Mermer basamakları cüssesinin ve dizinin izin verdiği ölçüde bir hızla indi, zira kendisi sokakta yanından geçen çoğu insandan hep daha şişman olmuştu ve dizini de geçen yaz mevsimlik girdiği iş yerinde sakatlamıştı. Merdivenlerden sonra kendini avluya atabilmişti. Birkaç saniye etrafına bakındı. Sonrasında yoluna devam etti. Hızla gül ağaçlarının ve taze açmış hanımellerinin yanından geçti. Hanımellerinin ve güllerin kokusu onu gerçeklikten daha da koparmaktaydı. Sol taraftaki küçük pasajdan geçti, sensörlü kapıyı da geride bıraktıktan sonra artık sokaktaydı. Kapının önündeyken etrafına tekrar baktı. Sonra bakışlarını çıplak ayaklarına çevirdi. Avludan geçerken bir hamam böceğini ezmişti. Ayağını taş zemine birkaç kez sürttü böceğin kalıntılarını ayak tabanından kurtarmak için. Hep böyle ölüme ve ölülere saygılı olmuştu zaten. Sırtını binaya verip yola doğru birkaç adım attı. Biraz kararsızca sağına soluna bakındı. Herhangi bir planı yoktu ve aslında tam olarak ne yaptığından da emin değildi. Her neyseydi. Sağı seçti. Yürümeye başladı. Büyük ve hızlı adımlarla sokağın sonuna vardı, yolu takip etmek onun rotası olmuştu artık. Öyle yaptı, sola döndü. Karşıya geçti çünkü nehrin kıyısından yürümek istedi. Bu şehirde sevdiği birkaç yerden biriydi bu yol. Hava serindi. Bir an durdu, kendine dikkat kesildi. Hiç de yaşı olmayan gri polo yaka, battal boy tişörte ve dizi çıkmış eşofmanına baktı. Kendine acıdı. Yere çöküp hüngür hüngür ağlamak istedi. Ellerini yere vura vura, hıçkırarak, nefesi kesilip yorulana kadar ağlamak ve belki sonrasında kendini biraz teselli etmek istedi, yapmadı. Hızını kesti. İki işi aynı anda yapma konusunda hep çok kötüydü zaten. Düşünürken hızlı yürüyemezdi. Bir uçak geçiyordu. Uçak görmekten çok hoşlanırdı. Hele bir de yakındaysa çok heyecanlanır, etrafındaki herkese onu göstermek isterdi. Havadaki uçağı izlemek ona ilham verir, hayal kurdururdu ki çok fazla hayal kurmazdı, hatta neredeyse hiç kurmazdı. Hayal kurmak şurada dursun, beklentilerini bile hep en altta tutardı çünkü yüksekten yere çakılmayı göze alamayacak kadar korkutmuştu onu kendisi. Güvenli bölgede kalmayı severdi. Bir müddet bu şekilde yürüdükten sonra eski taş köprüye vardığını fark etti. Yaklaşık 20 dakika geçmiş olmalıydı. Yoruldu. Kendisine bir bank buldu ki bu hiç de zor değildi çünkü saati bilmese de gecenin en karanlık vakitlerinden biri olduğu mürekkep karası gökyüzünden ve şehrin ışıklarına inat yanmayı sürdürebilen minik pırıltılardan belli oluyordu. Bankta kendini aşağıya doğru kaydırdı, başını geriye yasladı. Biraz göğü izledi. Sonra kollarını önünde kavuşturup gözlerini kapattı. Ayakları sızlıyordu. Nehrin sesi kulaklarındaydı. Ezdiği böceği düşündü. Ağzında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Kaç dakika öyle kaldı bilmiyordu, kalktı. Hırsla gelmiş olduğu yolu sakince geri yürüdü. Rahatlamış hissediyordu. Sensörlü kapıdan geçip avluya ulaştı. Yerde ezmiş olduğu böceğin izini gördü, içi burkuldu. Merdivenleri çıktı sakince. Koridoruna ulaştı, odasının kapısını açıp kirli ayaklarıyla yatağına girdi. Mavi pikesini üstüne örttü, ürperiyordu. Bu geceyi kendisiyle arasında bir sır olarak saklayacağına dair bir iç anlaşma yaptı. Diğerlerine bu geceyi nasıl açıklardı hiç bilmiyordu. Bu defteri o gece orada kapattı, hiç yaşanmamış oldu.