Bir gece, kendimdeki karanlık boşlukta süzülmekten kaçmabilmek için yürüyüşe çıktım. Etrafımdan geçip giden, karışan veya ayrılan ve sanki tanıdık bir kaosa hizmet eden ışıklar, renkler gördüm. Hiçbiri bana değmiyordu. Sonra bir binaya baktım ve şunu gördüm.


İnsanların hayatlarını sürdürmek için yapılan ancak sadece geceleri yaşama fırsatı olan bu binalarda; gündüzleri doğrusal olarak yaşayan insanların, geceleri bu binalarda farklı farklı duygulara ayrıştığını gördüm. Bu kaosun renk cümbüşünü gördüm. Bunu görmemle; bana dokunmadan giden ışıkları kontrol edebileceğimi ve içimdeki karanlıkla birlikte kullanabileceğimi hayal ettim. Ve etrafımdaki ışıkları içime tuttum, karanlığımla birlikte yaptım bunu:


Gündüzleri Tanrının hükmü sürer çünkü yaratılmış şeyleri canlı kılan şey ışıktır ve Gündüzü var eden ışık, Tanrının ışığıdır.


Yaratılmış bir şeyi canlı kılan yaratıldığı saf şekilde var olması değil, ona ışık tutulduğu şekilde zihnimizde de var olmasıdır.


Gece ise, Tanrının ışığı bizi kendimizi keşfetmemiz için terk edip dehşet verici bir karanlıkta bıraktığında; işte o zaman Gece Tanrının değil, bizlerin, insan olma cesareti gösterenlerin, sadece yaratmanın yetmediğini ve ışığı kullanmayı keşfeden insanların hükümdarlığı başlar.


Geceyi bu yüzden gündüzden daha çok severim. Çünkü bana beni, gerçek kendimi verdi. 


Her Gece, bana kendimin Tanrısı olma fırsatı sunuluyor. Kendi cennetimi, kendi cehennemimi, kendi benlerimi, kendi nehirlerimi, ormanlarımı… Kendimi, beni ilk olarak yaratan Tanrıya sormadan baştan ve baştan ve baştan… yaratma fırsatı sunuluyor.


Gündüzleri tek Tanrıya sahipken, Geceleri 2 Tanrıya sahibim,


Gündüzleri tek bir Tanrıya inanıyorken, Geceleri 2 tanrıya inanıyorum ve bu Tanrılardan biri de benim,


Gündüzleri yaradılış tek bir Tanrıya aitken, Geceleri yaradılış 2 tanrıya ait, biri de Ben’im,


Gündüzleri tek bir Tanrıyı, Geceleri ise 2 Tanrıyı; seviyor, nefret ediyor, anlamaya çalışıyor ve suçluyorum. Ancak geceleri 2 Tanrıdan biri Kendim’im en azından.