BÖLÜM 2
Berbat geçen bir gecenin ardından, hiç uykusuz durmanın verdiği zorlukla sızdığı koltuktan kaldırdı kafasını. Birkaç saniye sonra hızla geri bıraktı. Ağrıyan sadece kalbi değildi. Uykusuzluk ve alkolün de yardımıyla başını fena hâlde ağrıtmayı başarmıştı. Gökhan ile aralarında geçen tatsız konuşmayı düşündü. Yattığı yerde sağına soluna dönmekle baş ağrısını dindiremeyeceğini anlayıp, zorla da olsa tekrar kalktı. Leş gibi kokan ağzının icabına baktıktan sonra bir ağrı kesiciye ihtiyacı olduğunu anladı. Aç karnına bir parasetamol alması ne kadar doğruydu bilmiyordu ama hangi ilaç ağrılarına iyi gelirdi ki şu an? O yüzden umursamadı ve içti. Sonra da çaydanlığı durulayıp, yeni çay demledi. Su kaynarken sitenin marketine uğrayıp, iki paket sigara aldı. Marketteki kadının suratına, acıyarak bakması dikkatinden kaçmamıştı. Eve geldiğinde ilk işi aynaya bakmak oldu. O da kendine acıyarak baktı. Göz altlarındaki morluklar bile ona acıyarak bakıyordu sanki.
Çaydanlığın düdüğüyle kendine geldi. Çayı demledi. Alelacele bir tost yapıp, alelacele bitirdi. Ocağın ateşinde bir sigara yaktı. Bu hâllere düşeceğini, onu bu hâle düşürenin çok sevdiği kocası olacağını nereden bilebilirdi ki? Bir bardak çay doldurdu. Kocasının hayatında başka biri olduğunu düşünüyordu. Böyle davranmasının başka bir açıklaması olamazdı. Eve geç geliyordu, açıklama yapmıyordu, kendisini arzulamıyor ve en önemlisi önemsenmiyordu. Büyük ihtimal arzuladığı ve önemsediği başka bir kadın vardı. Düşüncesi bile midesini bulandırmaya yetiyordu. Bir bardak daha çaya ihtiyacı vardı. Çayını, bardağa doldurup, ocağın altını kapattı. Tezgahtaki bulaşıklara ilişti gözü. Birkaç bardak ve bir tabak vardı sadece. Makineye koymadı, elinde yıkadı. Üç bardak ve bir tabak yıkamak ne kadar uzun sürebilirdi ki? Çayı buz gibi olmuştu.
Yaklaşık bir saat beklemiş çayını tekrardan ısıtıp, kupasına doldurdu. Mutfaktaki bar sandalyesine oturup, izlemekten en keyif aldığı yarışma programını açtı pek keyfi olmasa da... Kulağı sorulan sorulardayken, gözü sosyal medya hesabındaydı. Estetikle dolu suratıyla, şuh bakışlar sergileyen bir genç kadının, makyaj videosuna takıldı. Soruları duymaz olmuş ve kızın uzun tırnaklı, parlak ojeli tırnaklarına gözü kaymıştı. Çayını bırakıp ayaklandı ama tırnağı tişörtüne takıldı. Dişiyle kırılmış tırnağını yoldu ve tezgahın üstündeki çöpe attı. Bulaşık yıkarken kırıldığını hissetmişti. Tişörtüne takılınca tekrardan aklına geldi.
"Senin neyine ki oje sürmek?" deyip sandalyeye geri oturdu. Telefonu masanın ötesine itti. Çayını yudumlayıp televizyona odaklandı. Sorulara cevap vermek daha kolaydı.
Boş boş oturup saati akşam etmişti. Hiç istemeyerek de olsa arkadaşı ile mesajlaşmanın ona biraz iyi hissettirdiğini anlamıştı. Gözleri kapanacak gibi olsa da Sibel'e yazmaktan geri kalmıyordu. Aslında Candan'a daha çok ihtiyacı vardı fakat kocasının ona olan ilgisini fark ettiğinden beri onu görmeyi kaldırabileceğini pek sanmıyordu. Hangisine güveneceğini şaşırmış, hangisine haksızlık ettiğini bilmiyordu. Zaten Candan yarın sabah kahvaltıya gelecekti. Biraz pişmanlık duyuyordu çağırdığı için ama onu özlediğini de biliyordu. Duygu’nun şu an tek bildiği yine acıktığıydı ama ne yemek yiyecek iştahı, ne de yapacak hâli vardı.
Sibel'e vereceği cevap, bir toz bulutu gibi etrafa yayılırken, birkaç tıkırtı duydu. Ses kapının anahtar yuvasından geliyordu ve bu heyecanlanmasına sebep olmuştu. Gökhan Bey’ler gece yarısı da olsa eve gelmeyi akıl etmişlerdi sonunda! Oturduğu koltukta kendinden emin bir şekilde doğruldu ama o yorgun suratıyla pek kale alınmayacağını kestirebiliyordu. Gözlerini kapıya dikti ve kapı açıldığında kısa süreli bir şok yaşadı. Uzun boylu ve yapılı adam açtığı kapıyı kapatıp, ona doğru hızlı adımlarla geliyordu ve o korkudan kaskatı kesilmiş, resmen adamın kendisine saldırmasını bekliyordu.
Genç adam yanına yaklaştığında gür sesiyle, ''Sesini çıkarırsan ölürsün!'' diye kükredi. Duygu ise oturduğu yerde oturmaya devam etti. Titremeye ve burnunu çekmeye başladı.
Son derece korkuyordu. Nasıl bir ruh hâlinde olduğunu çözemiyordu. Hep televizyondan izlediği soruşturma belgesellerinin aynısı şu an onun başına geliyordu. Evde yalnızdı. Kafasında binbir korku ve gerilim hikayesi peş peşe sıralanıyordu. Konuşup iletişim kurmak istiyordu ama adam o kadar çok sinirliydi ki, onunla iletişim kurmak imkansızdı. Şakası yoktu ve bir cani gibi görünüyordu. Bir yandan çekmeceleri karıştırıyor, bir yandan da kendi kendine homurdanıyordu. Arada dönüp, korkudan kaskatı kesilmiş kadına bakıyor ve pis pis sırıtıyordu. Sonunda kafasını çekmecelerden kaldırıp, kadına döndü. Gözleri kıpkırmızıydı. Elini pantolonunun arka cebine atıp, küçük bir bıçak çıkardı ve bağırarak sordu;
''Araban var mı?''
''Evet…” diyebildi, sesi çok kısık çıkmıştı.
''Anahtarlarını ver!''
Üst kata çıkması lazımdı. Karşısındaki adamın telaşlı hâli, onu tedirgin ediyordu. Kendisi de telaşlı ve kaygılıydı. Korkusu, heyecan yapmasına sebep oluyordu. Sakin kalmalıydı ama bunu başaramıyordu. 'Hadisene!' dedi adam, elindeki bıçağı göstererek ve o an genç kadının elleri terlemeye başlamıştı.
Adam uzun boyluydu, fit ve kirli sakallıydı. Beyaz teni ve siyah saçları vardı. Yüzünü aklına kazımaya çalışıyordu. Bu işten tamamen kurtulduğunda ise tamamen unutmayı hedefliyordu. Bu cani herif, çoğu kadının kalbini çalabilecek güzellikteydi. Oysa ki şu an Duygu'nun içinden, o güzel yüzünü parçalamak geçiyordu. Bunu başarabilir miydi bilmiyordu ama tek istediği kendisine dokunmamasıydı. Adamla ne zaman konuşmak istese, o sinirli yüzü karşısına çıkıyordu ve başaramıyordu. Şu an yaşadığı bu olay, çocuk oyuncağı değildi.
Mutfağın sol tarafında kalan merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başladılar. Her basamak, bir ömür gibiydi. Korku dolu anlar neden çabuk bitmezdi? ''Evde başka biri var mı?'' diye sordu adam. Duygu cevap vermedi. Korkudan onu duymamıştı bile. Genç adam ofladı. ''Gerizekalı, cevap versene!'' diye bağırıp kadının omzuna yumruk attı. Dizleri basamağın ucuna çarpan kadın, ''Ne... neye?'' diyebildi. Dizleri çok acımıştı ve ayağa kalkarken inledi. Genç adam umursamadı. Zaten birileri olsa çoktan yanına gelirdi. Belki de onu haklayıp, canına okurdu. Belli ki kadın bu koca evde yalnızdı. İyi yere kapak atmıştı.
Bir ömür gibi süren merdiven yolculuğu sonunda bitmişti. Sırtında küçücük bir bıçağın ucuyla, merdivenleri nasıl çıktığını asla unutamayacaktı. Yavaşça arkasını dönüp, ''Buradan...'' diyebildi. Adam ise aşağıdaki kata ve şu an bulundukları koridora baka baka bir hâl olmuştu. Eşyalar gayet güzeldi. Belli ki para da vardı. ''Kredi kartlarını ve paralarını da istiyorum.'' dedi. Boğazı hırıltılıydı, burnundan soluyordu. Kadın kısık bir sesle ''Tamam.'' diyebildi... Kendi odasına girdiklerinde, direkt şifonyere yöneldi. Her şeyi verip, bu adamın evinden bir an önce defolup gitmesini istiyordu. İlk çekmeceden güzel, siyah bir kutudan nakit çıkarıp adama uzattı. 'Ne kadar var burada?' diyen adama, ''40 bin.'' dedi. ''Oooo iyi para. Niye bu kadar parayı evinde saklıyorsun?''
''Nakit'' dedi, duraksadı, “Her zaman lazım olur.''
''Demek öyle...'' diye cevap verdi adam, bıçağın ucunu eliyle ovalarken.
Giden para umurunda değildi. Fakat ne yazık ki paraları, bu lanet herifin aptal fantazilerine gidecekti. Gerçi hiçbir şey canından önemli değildi. O böyle düşünürken adam şifonyerin üstündeki lacivert takı muhafazasını kurcalıyordu.
''Hayır!'' diye bağırıp, adamın kolunu ittirdi. Onun bu ani darbesi adamın elindeki bıçağın, odanın diğer ucuna fırlamasına sebep olmuştu. ''Ona dokunma, o benim eşimden aldığım değerli bir hediye!'' Daha sonra sesinin fazla çıktığını anlayıp, hemen sustu. Belli ki bu sert tavrı adamı etkilemişti, gülümseyerek kadının saçlarını kavrayıp, dudaklarına yapıştı. Öptükçe öpüyor, sımsıkı tutuyor ve kadının ona karşı koymasını engelliyordu. Sonuçta ondan daha güçlüydü. Bu fiziksel güç, böyle kirli erkekleri her zaman üstün kılmamış mıydı? Kadın, kendisine dokunulmasından hoşlanmamıştı. Onu hemen gebertmek istedi ama ne yazık ki gücü yetmiyordu. Fakat, bir eliyle saçlarından, bir eliyle belinden kavraması onun kasıklarına diz atamayacağı anlamına gelmezdi. Dizleri hâlâ acısa da, adamın hayalarına vurması acısını arttırmazdı. Tüm cesaretini toplayıp, kendini hazırlayıp, kafasında kurduğu eylemi gerçekleştirdi. Her erkek gibi o da zavallıca kasıklarını tutup, yere yattı. Kadının hoşuna gitmişti bu durumu. Dizlerinin acısını unutmuştu ve adama birkaç tekme attı. Komodine doğru uzanıp, abajuru aldı ve adamın kafasında parçaladı.
Dudaklarını elinin tersiyle sildi ve adama tükürdü ama o yine de, adam yerde kıvranır halde olsa bile hâlâ çok korkuyordu. Evinde o hırsızı gördüğünden beri hayatından endişe duyuyordu. Elindeki bıçakla ne yapmayı düşünüyordu? Evine nasıl girmişti? Bilmiyordu ama bilmek istiyordu...
Birden aklına adamın yaklaşık yarım saattir elinde tuttuğu bıçak geldi. En son parkenin üstüne düştüğü sesini hatırlıyordu. Odanın içinde dört dönüp, adamın elinde tuttuğu ince ve küçük bıçağı aramaya başladı. Lanet olası bıçak nereye kaybolmuştu?
O bıçağı ararken, ayak bileklerini birinin tuttuğunu hissetti. Aptal herif kendine gelmişti. Alnından kan akmış ve açık renk halıyı kırmızıya bulamıştı. Genç kadın sinirlenerek, ayağını kurtarmaya çalışsa da başaramadı. Bu işkence ne zaman bitecekti? Adam, kadını sertçe çekerek yere düşmesini sağladı. Burnu yere çarpan kadın zor olsa da sırt üstü döndü. Yattığı yerde başı dönüyordu. Tepesine dikilen ve terleri yüzüne yüzüne damlayan o adamın çıkardığı hırıltıları duyabiliyordu.
''Bunu mu arıyordun?'' dedi, elindeki saya bıçağını göstererek. ''Merak etme, onun üstünde tekmeledin beni. Sırtımı kesti sanırım. Bunun bedelini ödemeye hazır mısın?!'' deyip, kadının çenesine bir yumruk attı ve üstüne çıktı.
Duygu ne kadar itmeye çalışsa da, çırpınsa da hiçbir işe yaramıyordu. Adam her çırpınışında elindeki ince bıçakla karşılık veriyordu. Kolları yara içinde kalmıştı ve karşılık vermesi her geçen saniye zorlaşıyordu. Daha sonra kadının çenesinden tuttu ve sertçe kendine doğru çevirdi. Dizlerinin üstünde, kadının tepesinde soluyordu. Duygu kusacak gibi oldu. Adam biraz daha eğilip, Duygu'nun şortunu tek bir hamlede çıkardı ve odanın bir köşesine fırlattı. Yüzündeki piç gülüşüyle süzdü kadını. Bu sırada Duygu, el ve ayaklarıyla ne kadar vurmaya kalkışsa da adam kesinlikle etkilenmiyordu. Ama etkilendiği bir şey vardı, kadının vücudu. Bakımsızlığı, güzelliğini örtmeye yetmemişti. Tam iç çamaşırına elini atacak iken duraksadı. Kadın korkudan ölecek gibiydi. Onu çok istiyordu ama genç kadının katiyen onu istemediği belliydi. ''Bırak beni!'' diye inliyordu yattığı yerde. Adam öylece durmuş onu izlerken, Duygu bu anı değerlendirmek istedi ve adamın burnuna sert bir yumruk attı. Yumruğun etkisiyle sırt üstü yere yuvarlandığında, boşluğuna da bir tekme attı. Adam burnunu tutarak inliyordu, bir yandan da Duygu'ya küfürler ediyordu.
''Seni orospu! Zaten dokunmayacaktım sana! Korkudan geberecektin!''
''Aşağılık sürtük!''
Birkaç dakika öncesine kadar hayatının en kötü anlarını yaşayan kadın, derin bir nefes aldı. Kirlenmiş hissediyordu ve bu adamın hemen ölmesini istiyordu. Yine de bunu yapacak en son kişi olabilirdi. Bu korkaklık mıydı, vicdan mıydı? Kestiremiyordu... Böyle birini öldüremediği için kendinden utanıyordu.
Bir derin nefes daha aldı ve acılarını unutarak, hızlıca aşağı kata indi. Kapıyı zorladı, kapı açılmıyordu. Anahtar o canideydi, yedek anahtar da yatak odasında! Kapının yanındaki camın perdesini açtı, daha sonra da camı. Amacı dışarıya bağırıp sesini duyurmaktı ama kimse duymuyordu. İlk defa camdaki demir parmaklıklara küfretti. Çıkmasını engelliyorlardı. Kimse sesini duymuyor, evden çıkamıyordu. Üstüne bir de yatak odasında debelenen bir cani vardı. Elleri parmaklıkları sıkıca kavramış, tam tekrar bağıracakken, yukarıdan birkaç küfür ve şangırtı sesi duyuldu.
İşte o an Duygu sağır olmak istemişti.