Günün en yanlış saatleri bunlar... Yağan yağmurun, toprak kokusunun, kendini kendine hayran bırakan hadsiz dalgaların bile uyanık olmak için seçtiği en yanlış saatler...

İnsan bu saatlerde hep küçücük olur. İnsanın ellerine dünya sığmaz bu saatlerde. Koca koca gezegenleri doldurduğu avuçlarına, insan bir damla su sığdıramaz hale gelir. Hiçbir kendinden emin oluş kalesi, kendi görevini yerine getiremez. Bu saatlerde, bu kalelerde hiçbir kapı kilitli kalmaz. O huzursuzluk, o sıkışma, her heybetli kapıdan sızar insanın ruhuna. Gözlerini doldurur. Yastığında taşlar varmış gibi, hatta taş olsa daha rahat olurmuş gibi kıvrandırır.

Bu saatler insana dişlerini sıkarken bakabileceği berrak ama nemli bir gökyüzü bile vermez. Sunduğu açıklık gece yarısından sonra gözünü karartmış bir turunculuktan öteye geçmez. O turunculuğun bayağılığı, diktatörlüğü sıkıştırdıkça sıkıştırır insanı yeryüzünden bozma bir kafese. Öyle olur ki, insana bu dünyada kapladığı yer kadar bile adım atma hakkı tanımaz o kafeste. Terazinin asla eşitlenmediği, bir kefenin hep boş kaldığı sularda...

İnsanın kendisiyle kavgası en çok bu saatlerde kızgınlaşır. Kendi kendini sabaha karşılarda zaptetmeye çalışırken verilen o savaş, o kavganın ortasına bir alev topundan hallice düşer. İnsan bu saatlerde git gide büyüyen o alevi söndürecek bir damla suyu, avuçlarına sığdıramadığı için bulamaz olur. Bütün kovaların altı delinmiş, bütün şişelerin dibi kesilmiş, bir duvar dibinde öylece durur. Her yerden oluk oluk akan su, bu saatlerde arkasında kuraklıklar, iklim krizleri, kaoslar bırakıp çekilir koca koca dağların, sisli eteğinden. 

İnsanın gündüzlere giydirdiği giysileri soyar bu saatlerin bağnazlığı. Kopkoyu bir sonsuzluk gibi çöker zihnine. İnsan o koyulukta boğulan zihninde bir çıkış yolu bile bulamaz, bir köşede ertesi günün yeni giysilerini giymesini bekler. O çıplaklığın içindeki kan donduran soğuk, o barut kokusu insanı bir köşe başına hapseder gibi yavaşlatır. Bütün zaman, bütün olağanüstülükler, bu saatlerde durgunlaşır. Hıncını kayadan çıkaran dalgalar, bütün gün caddelere öfkesini kusan yağmurlar, kendini bir ceza gibi yeryüzünden saklayan gün ışığı... Hepsi bu durağanlığın birer parçası olur. Hepsi birbirine katıldıkça daha da ağırlaşır. Bu saatler insanı hep daha da aşağı çeker. Ya da insan bu saatlerde hep daha da aşağı çekilmeye meyilli olur. Çıkmazlar barındırır bu saatler kendi içinde. Birbirinden farklı, birbirinden yoksun, büyük büyük onlarca çıkmaz. Birine girmeyegörsün insan, birine düşmeyegörsün hasbelkader, ziyân olur bütün bu karanlık. Koca bir zaiyata dönüşür hayat. Bu saatlerde insan hep yenik olur kendine...

Bu saatler hayatın başına buyrukluğunda, hayatın gelişine güzelliğinde, hayatın hoyratlığında yer alan en yanlış saatlerdir. İnsana, durup kendini dinlemeye tâkati kalmayacak kadar yoran şu vakitlerin gözlerini açık tutmaması gereken tek zaman dilimi olduğunu hatırlatır.

Bu yüzden bu saatlerde bütün denklemler bozuk, bütün eşitsizlikler yavan kalır...