Neden mutsuzluğumuzu ya da acıları-mızı uzun uzun ya da en ince detayına kadar düşünerek anlatırız da mutluluğumuzu ya da sevincimizi adeta tasvirlemek de dahi zorlandığımızı belgeleyen 'çok mutlu oldum, nasıl mutlu oldum bilemezsin, kendim başarmış gibi senin adına sevindim' gibi belgisiz şeyler söyleriz? Bence, eksikliklerde eksik kalıyoruz ve ne kadar eksik kaldığımızı tam olarak karşımızdakine hissettirmedikçe yük hafiflemiyor. Keyifliyken ise dağın başında yalnız olsak da (ki dağın başında yalnız olmak bana keyif verirdi) yüzümüzde bir tebessüm ve/veya içerde bir huzur olur. Telefondan bahsedelim mesela. Canımız sıkkın, birisine de bunu anlatmamız lazım. Telefon da yok o zamanlar. Ertelemek çok zor bu derdi. Ve büyük ihtimalle uyuyamayacağız bile. Oysa, keyiften yerimizde duramıyoruz diyelim. Ve aynı muhatabımıza bunu anlatmak istiyoruz. Peki, anlatamasak da uyuyabilir miyiz? 'Mis' gibi de uyuruz. Oysa, yazmak gerek bunları; en azından bir kağıda. Yarının bilinmezliğine inat, dün ile yarını dövüştürürcesine. Zaman, geçinceme derdi, emeğin yorgunluğu değil de karşılığının alınamazlığı vesaire... Bence hep bunlardan. Bir de telefondan işte! Kötüyü hemen yazıyoruz. Üzerinden daha bir uyku bile geçmeden. Hem de 2 elimiz Cannes'da bile olsa. Ama, yazmıyoruz işte güzellikleri; ne telefona yeterince ne de kağıda, bir başlık kadarını bile!