Kendimden sinsi bir gizlilikle yürüttüğüm bu savaşı yine kazanmışım. Uykumun önüne korkudan barikatlar kurmuşum yine bu gece. Yatağımdan çıkıp camı açtım, bu arada kaktüslerime selam vermeyi de unutmadım. Soğuk hava birden tokat gibi çarptı yüzüme. Soğuk havaları, kışı ve herkesin uyuduğu gece saatlerini çok severim. Beni kendimle baş başa bırakan her şeyi çok severim esasında. Masamın başına geçtim ve esefle kalemimi elime aldım. Evet esefle çünkü yüzleşmek bazen Saramago romanından çıkma, noktası bir buçuk sayfa sonra gelen cümleler kadar bunaltıcı ve karmaşık olabiliyor. 


Huydur geçmişte yaşamak bende. Anlayacağınız bastım yine deklanşöre. İlkokul sıralarındayım, saf kötülüğün ne olduğunu öğrendiğim zamandayım yani. Teneffüslerde kendi halimde resim yaparken boya kalemlerimi büyük bir zevk ve sinirle camdan dışarı atan çocuğu düşünüyorum. Anlamaya çalışıyorum, öğretmenimizi beklerken uslu durmama rağmen beni yaramazlık yapmış olmakla ve sınıfın huzurunu bozmakla suçlayan çocuğu. İlk kez tokat yediğim gündü. Mesnetsiz bir sebepten hem de. Hiçbir çocuk sekiz yaşında hainliği öğrenemez, doğuştandır. Öğretmenim de sorunlu kızının hıncını benden çıkarmıştı o gün. Hiç unutmadım ama kimseye de anlatmadım bugüne kadar. O gün tanışmıştım haksızlıkla, çok yanmıştı canım. O gün bir şeyle daha tanışmıştım. Ezikliğimle. Neden savunamamıştım ki kendimi? Sınıftan kimse de çıkıp savunmamıştı beni. Boyun eğmek ilkokulda mı öğretiliyordu yoksa?


O sıralar kendime dair hatırımda olan en net şey havalı görünmekti. Ezikliğimi saklıyordum aslında. Zaten bence herkes mütenasip şekilde eziktir. Ezikliğimizi bastırıp yok etmeye yeminli gibiyiz. Birisi bize ezikliğimizi hatırlattı mı güçlü bir öfkenin önderliğinde kudretli bir refleksle yok ederiz. Herkes gömer kendince küçük ve zayıf gördüğü bu duyguları en derinlerine. Ancak gömülen her duygunun tıpkı gerçekler gibi er ya da geç ortaya çıkmak gibi can sıkıcı bir huyu vardır. Dikilir en savunmasız anımızda karşımıza. İttirmeye çalışırız içerilere, yine bir yolunu bulup yapışır yakamıza. Depresyona gireriz, kabul etmeyiz belki. Oysa tüm bu duygulara kucak açıp yüzleşsek... Avazımız çıktığı kadar mükemmel olmak zorunda olmadığımızı haykırsak o en derinimize. İzin versek kendimize. Sinsi bir düşman gibi kazmasak kuyumuzu. Atmasak tüm kudretimiz ve acımasızlığımızla o kuyulara kendimizi. Belki öğretmemişlerdir ama sevebilsek önce kendimizi, sonra hayatı ve belki biraz insanları.