insan, geçmişiyle yüzleşme erdemini gerçekleştirdiğinde anda ve geleceğinden atacağı adımların sağlamlığını daha net şekilde görebilir. ancak geçmişinden kaçarak yaşamanın verdiği o bunaltı zamanı geldiğinde kendini kusacaktır. ve birey bu kusmuğun içine boğulabileceği aynı zamanda bu durumdan kurtulmanın da yollarını da arayacak açılar bulabilir. bu bağlamda geçmişin hem ana hem de geleceğe olan etkisi kendini açığa çıkarmış olacaktır. bu yüzden hem birey hem de toplum geçmişiyle yüzleştiğinde kendi kimliğini koruyabilecektir. aksi durumda kendiliğini yitirmemek için yapmış olduğu her eylemde kendinden parça parça götürecektir. işte bu da bize geçmişin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. çünkü geçmiş tıpkı ağacın gövdesini, yapraklarını hatta meyvesini besleyen kökler hükmündedir. köklerin sökülen ağaç nasıl kurursa insanda kendi köklerinden söküldüğünde hem kendiliğini hem de kendiliğini oluşturan tüm edim ve yargılardan sıyrılarak insanlığının kurumasını izlemektedir. tabii bu kuruma ağaca benzer yönler taşısa dahi zihin yönüyle farklı segmente olduğundan birey ve toplum bu yüklemi perspektif olarak farklı bir diyagramda ekarte edebilecek gücü de kendinde barındırır. ancak bunun üstesinden gelmesi için kendine kendi gözünden bakması gerekecektir. bu yüzen başkalarının yargıları, yüklemleri ve kavramları yerine kendine yeniden inşa etme cesareti sunması gerecektir. ve buna istekli olduğunu da göstermesi gerekmektedir. ancak buna ne düzeyde istenci vardır? işte bu yüzen varlık sahasında hem aristotelesçi hem de platoncu anlayışı örtüştürerek ilerlemek gerekir. aksi takdirde terazinin hep bir kefesi boş kalır ve kalacaktır da. bu yüzen hem birey hem de toplum geçmişiyle yüzleşmeli ve bunun güdümünde seçimler yaparak hayatta kalmaya, hatta ölmeyi hak etmelidir.