Hepimizin penceresine bazılarımızın balkonuna geceleri bir yel eser, tanıdınız mı o yeli? Hani sesi gürültülü yük trenlerine benzer, kimimiz yüzünü kaldırıp gözlerini kapatır bu rüzgara, kimimiz sırtını yaslar, saçları yüzünü okşarken dinler kulağındaki uğultuyu... Geçmişten gelir, önce yüreğine dokunur insanın, fırtınasını yüzüne vurur. Önce yürekte hissedilir sonra bir üşüme alır, serin dolaplara kaldırdığımız anılarımızın asla bozulmayan kokularıyla sarılırız.
Bütün bunları yaşamış ve geride bırakmış olmak yaşı küçükken attığımız büyüme çığlıkları kadar da uzak değilmiş bakınca, öyle uzaktı ki o büyüklük, uzunca bir süre ulaşamazmışız gibi ama geldik bakın, oradayız. Uzak sandığımız yakın gelecekten ulaşılmaz olan o geçmişe gidebilmek için çoğumuz yetişmişliğinin büyük bir kısmını geri verebilir şimdi, oysa ne güzeldi bu zamanların hayali parmak kadar çocuklarken.
Daha fazlası olamaz dedikçe daha fazlasını çıkarıp bize tokatlar vuran hayatın bir tokadını daha yememek için cümlelerimizi yuttuğumuz, üzerine bir de yutkunduğumuz zamanlardayız işte, büyüdük. Pencereler önünde her gece bir kere geçmişten gelen bir trenin durak yeriyiz, hepimiz bu rüzgarı her gece bazen gururla, bazen hüzünle, bazen de pişmanlıkla yiyenlerdeniz.
Kalbi hala içindeki çocuğun gözüne bakan, hala onun sözünü kesmeyen ve sesi kısılmasın diye hala var gücüyle onu destekleyen herkese, hepimize merhaba...