Siyasi metinler, öyküler okuduğumda aklımda tek bir cümle belirir. 


"Neler geçmiş, neler olmuş, hepsi unutulmuş"


Aslında hayat böylesine yalın bir gerçek üzerine kuruludur. Varlığımız daima gelip geçenlere alışmanın sonucudur. Kimisi müdahale edebildiğimiz olaylardır. Kimisi uzaktan seyrederek kaderimizi belirleyen ancak farkında olmadığımız hakikat kırıntılarıdır. 


Onun için yaşamdan korkmamak sağlam bir irade ister.


Bu irade zamana, mekana, çağlara ve insanların özünde aradığı asıl manaya ait olmalıdır. Hakikat, gelip geçenlerin arasında bu sayede doğacaktır.


Felsefecilerin büyük çoğunluğu bu gerçeği farklı akımlar, farklı düşünce biçimleriyle açıklamaya çalıştılar. Pesimist düşünür Emil Ciaron dahi başımıza gelenleri anlamlandırmaya çalıştı. Albert Camus, Yabancı romanında olaylara teslim olmanın, tepkisiz kalmanın rezaletini gözler önüne serdi.


İnsanlık gelip geçenlerin tahlilini doğru yapamadı. Doğru yapılan tahlilleri ise birer nostalji olarak kabul etti. Kaliteli edebi metinler olarak arşivlerinde tuttu.


Haklı tahlilleri gözetenleri ise hakim sistemin dışına ittiler.


Bir grup yalnız adam dünyayı değiştirmek için kalem çalmaya devam etti.


Olaylar ve insanlar tarihin derinliklerinde değişim için birleştiler. Birlik aslında değişime hizmet ettiğinde anlam kazandı. Daima ileriye gitmek isteyenler bir şekilde varlıklarını korudular. 


Koruyamayanlar ise gelip geçenlere alıştılar. 


İinsanlık tarihi bilinenler tarafından değil unutulanlar tarafından şekillenmiştir.


Aksi takdirde insan kurtuluş ümidi aramazdı. 


Olaylara alışmak, unutmamak, meydan okumak dışında kaderimize işleyen bir gerçek kalmadığına hangi düşünce sistemi insanları ikna edebilir?


Değişim elbet bir gün, gelip geçenlerin, unutulanların arasından gelecektir.


Alışmak isteyen, müdahale etmemek konusunda ısrarcı, yaşamın ucuz kazanımlarını korumak isteyenlere inat.


Bunu da tarih gösteriyor.