Gülcan Mahallesi, 191. Cadde, Nur Apartmanı'nda oturan Zeynep Tiryaki; kahverengi kabanını giyindi. Kapının yanındaki aynada sarı saçlarını şöyle bir düzeltti. Siyah çizmelerini giyinip dışarı çıktı.

“Oh be!” diye geçirdi içinden. “Bugün hava çok güzel.”             

KPSS çalışmaktan gelen daralmanın verdiği dışarıya çıkma isteğiyle havanın güzelliği kendini dışarı atmasına neden olmuştu. Hiç de pişman değildi. Kaç haftadır dışarı çıkıp şöyle bir gezmiyordu? Üç? Dört? Bunu hak ettiğini düşünüyordu. Evinden aşağıya doğru yürüdü. Daha apartmandan çıkarken kafasında aşağı parktaki şelalenin önünde oturmayı planlamıştı. O bank tam şelalenin önündeydi ve kendisi orada oturup şelaleyi izlemeyi çok seviyordu. Mahalleliye selam vererek parka doğru yürümeye devam etti.

Parka girdiğindeyse oturmayı hayal ettiği bankta siyah takım elbiseli genç bir adam oturuyordu.

“Neyse…” dedi. “Kötü birine benzemiyor. İzin alır, biraz mesafeli otururum.”

 Adamın yanına yaklaştı. Adamın gözleri kıpkırmızıydı.

“Pardon?” dedi. “Oturabilir miyim?”

Adam gözlerini silerek cevap verdi.

“T... Tabii.”

Araya biraz mesafe koyarak oturdu.

“Teşekkürler.”

Gülümseyerek etrafı seyretmeye başladı. Kaydıraktan kayan çocuklar… Burun çekme sesi… Sahibiyle gezen köpekler… Burun çekme sesi… Banklarda oturup güvercinlere yem atan yaşlılar… Dayanamıyormuşçasına bir ağlama…

Yanındaki adama baktı. Adam salya sümük ağlıyordu. Çok kötü görünüyordu. Adamın omzuna dokundu.

“Pardon, iyi misiniz?”

Adam kıpkırmızı olmuş gözlerle Zeynep’e baktı.

“Bugün... Bugün babam öldü.”

Zeynep şaşırdı. Böyle bir şey beklemiyordu.

“Şey… Ben… Başınız sağ olsun.”

Adam cebinden çıkardığı mendille burnunu silerken başını salladı.

“Dostlar sağ olsun. Te-teşekkür ederim.”

Ne diyeceğini bilemez bir halde adama baktı. Ne yapmalıydı?

“Şey… Ben… Yaşlı mıydı?”

Ne? Neden böyle bir soru sormuştu şimdi?

Adam, elindeki sırılsıklam olmuş mendille burnunu sildi. Kafasını salladı.

“Belki. 65, yaşlı sayılırsa...”

Zeynep’in kafası karıştı. 65 yaşlı sayılır mıydı? Evet, sayılırdı.

“Evet. Sayılır.”

Bu da neydi şimdi diye geçirdi içinden.

Genç adam ellerini ceplerine koydu. Derin bir nefes aldı.

“65… Abdullah Bey’in 65 yıllık hayatı bugün sonlandı. Ve ben Abdullah Bey’in 65 yıllık hayatının sadece 25 yılında onun yanındaydım. Abdullah Bey’e, babama 65 yıl veriliyor. Neden koca 40 yılında yanında değildim diye düşünüyorum. Bu haksızlık. Babamı sevebilmek için bana sadece 25 yıl verilmiş.”

Belli ki adam babasını çok seviyordu.

“Babanızı çok seviyor olmalısınız.”

 Adam acı çekiyormuş ama gülümsemeye çalışıyormuş gibiydi.

“Evet. O da beni severdi. 4 çocuğunun sonuncusuydum. Bir ablamla ağabeylerim üniversite telaşıyla memleketten gidince bir annem, bir babam, bir de ben kaldık. Benden büyük olan da sonunda gittiğinde 17 yaşında falandım. Her pazar babamla nehir kenarına giderdik. Çok mutlu olurdu. Ben de ona… Ona… “Yaşıyorsunuz bu hayatı be Abdullah Bey!” derdim. Gülerdi.

Tekrar hıçkırarak ağlamaya başladı.

Zeynep’in gözleri dolmuştu. Adam birden gözlerini sildi. Kaşlarını çatmıştı.

“Daha nehre gidecek günlerimiz vardı! Daha düğünümde halay başı olacaktı. Elimde on yedinci bardağımı tutarken sana selam vereceğim demişti!” Genç adamın hayli üzgün olduğu belliydi. Acılı insanların bu gibi düşüncelere dalmaları hayli normaldi.

“Bir gün gazete okurken Abant’ı görmüş. “Hadi gidelim!” diye tutturdu. İkimiz düştük yollara. Gittik gördük. O seyahat, yapacağımız plansız diğer seyahatlerin ilki oldu.”

Sonra bir daha hıçkırarak ağlamaya başladı.

Zeynep:             

“Şey… Sizin taziye yerinde, cenazede olmanız gerekir şu anda… Özür dilerim eğer yanlış bir şey söylüyorsam ama acınızı ailenizle paylaşmanız daha doğru olur.”

Genç adam o an ilk defa kafasını çevirip Zeynep’e baktı.

Gözleri ne kadar güzel diye geçirdi içinden Zeynep… Simsiyah gözleri var. Adam sanki az önceki bakışından utanmış gibiydi. Kafasını çevirdi.

“Hayır. Onlar ağladıkça daha kötü oluyorum… Hem bakın, yine bir gün…”

Şu andan daha kötü olamazsın, diye düşündü Zeynep.

“Ya ailenizin size ihtiyacı varsa? Bakın, sizin ve babanızın hikayelerini dinlemek istiyorum. Bana anlatır mısınız?”

Adam kafasını salladı.

“Tamam. Dinlemekten büyük onur duyarım ancak şimdi ailenizin yanında olmalısınız. Ben yarın, ertesi gün ve ertesi gün bu bankta oturuyor olacağım. Anılarınızı dinlemeyi çok isterim. Ama lütfen, şimdi birini arayalım ve gelsin, sizi alsın. Lütfen, rica ediyorum.”

Adam düşünür gibiydi. Kafasını salladı. Ayağa kalktı. Elini uzattı.

“Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.”

“Rica ederim. Lütfen…”

Genç adam yürümeye başladı. Zeynep bir garip hissediyordu. Ayağa kalktı. Daha birkaç adım yürümüş olan genç adama doğru seslendi.

“Bakar mısınız?”

Genç adam döndü. Ağlıyordu. Zeynep genç adama doğru yürüdü. Kollarını açıp on sarıldı. Ve o anda ikisi de hıçkırarak ağlamaya başladı.

Ve o günden sonra, Zeynep Tiryaki ve Zeynep’in adının Atıf olduğunu öğrendiği genç adam, her pazar aynı bankta oturdular ve birbirlerinin anılarını dinlediler... Ta ki Atıf Bey 64, Zeynep Hanım da Atıf Bey’den 6 ay sonra 67 yaşında ölene kadar...