"Bazen aklım almıyor; onu yalnızca ben, hem de öylesine içten, öylesine dolu dolu severken, ondan başka hiçbir şey görmez, bilmezken, ondan başka hiçbir varlığım yokken nasıl olur da onu bir başkası da sever, sevebilir?"

19 yaşımda elime aldığım ilk kitabın bu denli canımı yakacağını hiç tahmin etmiyordum. Kitabın konusunu bilmeyerek başladım. Sadece klasik bir aşk kitabı olduğunu duymuştum. Düşündüm kendimce. Nasıl bir aşk romanı olabilir ki binlerce kişiyi etkisi altına almış, binlerce kişinin kalbinde yara bırakmış? Okumaya ilk başladığımda kitabın mektuplardan oluşması hoşuma giden ilk şey oldu. Werther'in hissettiği her şeyi arkadaşına yazması, sanki arkadaşına değil de bana yazıp gönderiyormuş gibi hissettirdi. Werther'in tüm acılarına, tüm sevinçlerine, tüm kırgınlıklarına ortak olmak ona daha da bağlanmamı sağladı. Kitapta ikinci hoşuma giden şey de tarihler oldu. Werther'in sevinçli olduğu zamanlarda arkadaşına iki gün veya beş gün arayla mektuplar göndermesi; üzgün veya canı sıkkın olduğunda iki üç hafta veya bir ay arayla mektuplar gönderme detayı Werther'in içinde bulunduğu duygu durumlarını bana daha da çok hissettirdi.

Söylemek istediğim çok şey var ama kitabı daha yeni bitirdiğim için kelimeler yazıma çok zor dökülüyor. İçimde kırgınlık, hüzün ve oldukça çaresizlik duyguları var. Werther'in yaşadığı ve hissettiği tüm duygular hafızamdan gelip geçiyor.

Kitabın yarısından sonra dinlemeye başladığım birkaç tane şarkı var. Bu şarkılar Werther'in sözlerine ve duygularına o kadar işlendi ki dinlerken ağlayasım geliyor. Belki de kitabı bu şarkılarla okumam beni daha çok etkilemiştir.

Hafızamdan ve kalbimden asla silinmeyecek bir kitap okumuş oldum. Çaresiz ve çok aşık olan bir adamın hayatını görmüş oldum.