Küçük bir yardım eli…

Herkesin ihtiyacı olup dillendirmeye korktuğu o cümle. İhtiyacımın gittikçe arttığı bu zamanda biriyle karşılaştım ve tüm putlarımı yıkmaya yetti. Bu kadar kolaymış demek ki bir fikri alt üst etmek. İnsanların bu duruma körü körüne bağlı kalışını da anlamıyorum açıkçası. Gelip oturdu yanıma tesadüfen; elli yaşlarında, ciddi görünümlü, bir o kadar da nahif bir teyze. Yaşımı sordu. Verdiğim cevapla bir iç çekti, gözlerini yumdu, uzun süre düşündü, yavaş hareketlerle göz kapaklarını kaldırıp yüzüme baktı.

“Hayatınızın değerini bilin.”

Sahi ne demekti bu değer bilmek mevzusu? Zaman eskittikçe yılları değer adını almıyor mu zaten?  Ben bu düşüncelerimle savaşırken teyze devam etti nasihat vermelerine. Hiç de sevmezdim nasihat dinlemeyi, saygıdan dinledim. Bu benim hayatım sonuçta nasıl olması gerektiğine de ben karar veririm düşüncesindeydim. Kimileri buna vurdumduymazlık dese de ben fikirlerimde sabittim.

 “Âşık ol kendine,” dedi. Bu cümlesinden sonra dikkatimi çekti kendisi. Âşık olma eylemini karşı cinste arıyordum çünkü. “İnsanlar acımasız; kırarlar kalbini, sen kendini ne kadar düşünürsen onlar bir o kadar hiç sayarlar seni. Ağlarsın sebebini merak ederler gözyaşını silmeden önce, çünkü onlar için senin üzüntün değil yaşadığın hadiseydi önemli olan. ‘‘Ne hissettin’’ sorusuyla neredeyse hiç karşılaşmamışsındır. Çünkü kimsenin umrunda değildir bu durum. Ne kadar gülersen kahkahalarla eşlik ederler. Ağlarsan, elbette bir kalpleri varsa gözyaşlarıyla birlikte yanında tüm samimi hâllerini kullanarak sırtını sıvazlarlar. Geriye çekilip kapılarını kapattıktan sonra kendinle kalırsın. O zaman başlarsın var olmaya. Ne zaman ‘‘ben kimim?’’ dersen kendine, o zaman sensindir o. Âşık ol kızım çok sev kendini. Yaptığın bir yanlışı düşünerek tüm doğrularını eskitme. Güven duygusunu iliklerine kadar hisset. ‘’En çok ben bilirim, her şeyin üstesinden gelebilirim’’ diyerek avutmak değil benim bu söylediğim. Kendini bir nokta gibi hissetsen de tüm aydınlığınla evreni kucakla. Ağla ama yapamadıkların için değil, bilmediklerin, keşfedemediklerin için akıt gözyaşını. Seninle birlikte güneşin ilk ışıkları kaç insana görünüyor diyerek yalnızlaştır kendini. Araştır, bul ve uygula. Asıl güzelliğin yarınlardan geleceğini hatırlat kendine. Başını kaldırdığında karşına çıkıyorsa gökyüzü, denizin mavisi martılar eşliğinde şiir okuyorsa kulaklarına, bugün gibi yarın da gelecek umudundaysan şükret bin kez varlığına. Düş, gerekirse kalkma. Tatmadığın hiçbir acı kalmasın. Olgunlaşmak için yeni bir basamaklara ihtiyacın olacak çünkü. Esirgeme kendini yanlışlardan, yürü üzerine kendi doğrularınla. Ben hatayı hep kendimde aradım birçok kez başkalarında bulmama rağmen. Ne kadar engel çıktıysa karşıma bir o kadar da kendim ekledim kararsızlıklarımla. Geleceğimi düşünürken bugün nerede olduğumu unuttum ben. Düştüysem her zaman elimden tutmalarını bekledim tüm inançsızlığımla birlikte. Başkaları hayal kurarken ben hayatı sürdürme derdindeydim, evet kızım ben hep derdindeydim dediğim kısımda sıkıştım kaldım.” Otobüs gelene kadar o konuştu ben dinledim. “Çok güzel anlatıyorsun teyze ama neden bunları söylüyorsun?”

Gözerini kıstı ve dudağının yarısını dişlerinin arasına alarak tekrar derin bir iç çekti. “Tüm insanlığın özetisin evladım, tüm gençliğin…”

Uzaklaştı yanımdan. Başkası olsa belki deli olduğunu düşünebilirdi fakat ben aksine çok değerli bir rastlantı olduğuna inanıyordum. ‘’Ne hissediyorsun?’’ sorusunu beklemeden bütün duygularını anlatan biriyle ilk defa karşılaşmıştım. Ben tüm bu anlattıklarından sonra sebebine odaklanmıştım çünkü bahsi geçenler gibi benim için de sadece yaşantısıydı mühim olan. Adını dahi bilmediğim bu insan uzun süre zihnimi meşgul etti. Düşünmek, hayatta beni en çok yoran durumdu. Düşünüyorsan varsın diyorlar, ben düşündükçe yok oluyordum. Bedenim beni bırakıp başka vücutlara geçmişti sanki, ayakta durmakta güçlük çekiyordum.

Eve vardığımda yorgun bir hâl ile odama geçtim. Önüme boş bir kâğıt açıp gökyüzü çizdim ardından astım duvarıma, güneş kaybettiğinde kendini, yarınları unutmamak adına…