Yılmaz Güney'in hayatını araştırdım. Birçok kişinin bildiği gibi gerçek ismi Yılmaz Pütün'dür. Hakkında bir sürü yazılan çizilen, söylenen şeyler var. Yılmaz Erdoğan gibi birçok sinemacı Yılmaz Güney'e "ustamız" diyor, sinemaya onun sayesinde gönül verdik diyorlar. 1970-80 kuşağında genç olan birçok insan da aynı şekilde filmlerini ilgiyle izlediklerinden bahsediyorlar. Bütün bu güzel sözlerin yanında Yılmaz Güney'e hayatı, yaşantısı, işlemiş olduğu suçları gerekçe göstererek yergilerde bulunuyorlar. Ve tabii ki yaşadığı dönemde ülkenin yöneticilerinden, hükümetten sayısız sansür yemiştir. Kimilerinin sözleri var ki eleştiri (yergi) boyunu aşıp hakarete giriyor. Ben işin içinden çok çıkamadım ama bu zamana kadar bildiğim ve ilke gördü şey şuydu: insan.

Evet, "insan". Tarihi bir karakteri, ailenizden birini, çevrenizden herhangi birini, bir yazarı, şairi, sanatçıyı kafanızdaki tartıda değerlendirmek isterseniz böyle bir desturunuz ve ilkeniz olsun. Kimse için değil. Kendiniz için yapın bunu. "İnsandı, dünyaya bir anadan doğdu, hata yaptı, iyi şeyler yaptı ve öldü."  "Kimse başkalarının anlattığı kadar kötü, göründüğü kadar iyi değildir." İşte bu iki cümlenin ilişkilerinizde ve kişisel gelişiminizde rehber olacağına kefilim.

Bir sanatçının hayat yolculuğunda yaşadığı olaylar onun eserlerini değersiz kılmaz, ne olursa olsun okumaya değerdir. Ben de yazarın eserlerini araştırırken öykülerine, senaryolarına denk geldim. Hem isminden dolayı hem de tür olarak en sevdiğim yazınsal tür öykü olduğu için "Gençlik Öyküleri" kitabı ile onunla tanışmak istedim. İlk tanışmamız benim açımdan güzeldi.

Öykülerde daha önce karşılaşmadığım türden bir tavır, üslup vardı. Dili oldukça anlaşılır ama bahsetmiş olduğum üslup anlaşılmayı zorlaştırıyor, kanaatimce yazarın bilinçli tercihi. Öyküler genel itibarıyla durum öyküleri. Akılda kalıcı karakterler bile yok ama bir öykünün genelini kapsayan durum sizi hemencecik sarıyor. Öyküler oldukça kısa ama yarım kalmışlık hissi vermiyor. Yaratıcı buldum, çünkü ilk başta da dediğim gibi anlayamadığım öyküler oldu ama "Ben şimdi ne okudum yahu!" dedirtmedi bana, sebebi ise hissedilebilir olması. Bu durumu şu şekilde somutlayabilirim. Bir şiiri okursunuz, anlamazsınız ama sizde tarifsiz bir his bırakır. İşte tam da böyleydi. Bu üslubu ilk defa Yılmaz Güney'de görmedim, gözümde onu farklı kılan bu hissi geçirirken toplumsal bir konuyu işliyor olması idi. Bence bu zor olandı.

Bir yazınsal eserden beklentilerinize göre "Gençlik Öyküleri" kitabını beğenip beğenmemeniz değişir. Mutlaka bir ana fikir, bir dert arıyorsanız öykülerin bazıları size hitap etmeyebilir. Ama biraz önce de dediğim gibi Yılmaz Güney'in zor bir yaşamı olmasından da kaynaklı toplumsal problemler üzerine kurulmuş öyküler.

İçerisinde toplam yirmi öykü var. İlk öykü "Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemi", benim ilgimi çeken bir öyküsü de bu oldu. Ama en çok beğendiğim "Yasaklar Hiç Bitmeyecek" oldu.

Kitabın sonunda bir söyleşi mevcut "Yılmaz Güney Olayı" adında. Yayınevinin bir fikridir diye tahmin ediyorum. İnce ve güzel olmuş. O söyleşide bir diyalog geçiyor, aslında uzun uzun anlattıklarım tam da bu diyalogdaki cümlelerde özetleniyor.

"K. : Nerede, ne zaman doğdunuz?
 G. : 1937'de Adana'nın Yenice Köyü'nde. Önce ahır olan bir evde. Sonra okul oldu. Daha sonra yeniden ahır. Şimdi ev."