Öyle bir pazar sabahıydı.

Annem terliklerini yere vura vura sorduğum hiç bir soruyu cevaplamıyordu.

Anne kahveyi gördün mü? desem başının çok ağrıdığını, kedilere yaş mama verdin mi desem hayatın sillesini anlatıyordu. Aynı dili başka hislerle konuşuyorduk. Benim için akmayan iletişim ,anam için akmayan bir hayattı.

Yapamadığı yaşamadığı hayatını benim sorularıma cevaben önüme seriyordu.

Hayatın mutlu etmemesi bizim sülalenin kadınlarında genetikti.

Annemle ortak yanımız kedilerde bulduklarımızdı.

Annelik ihtiyacını doyuramayan otuzlardaki kızları yerine kedileri koymuştu. İşten eve geldigimde aç mısın sorusuna açım demediğim için benim yerime hep evde olan kedileri doyururdu.

Bense kedilerin beni sevmesine , sevilmemiş çocukluğumun alacağı gibi sığınırdım.

Genetiği bozuk bir mutsuzluğun kadınlarının kuşak çatışmasının ekmeğini yine kediler yedi.

Kahveyi buldum,pazar yerli yerindeydi bense büyük büyük ninemin başlattığı o hayat gailesinde.