1 Ocak 2021


Genç adam, hiç de uyumaya uygun olmayan kıyafetleriyle ve hatta ayakkabılarıyla kanepenin üzerinde derin bir uykudaydı. Etraf oldukça dağınık, yerlerde alkol şişeleri, bardaklar… Bir viski şişesi kabarık tüylü beyaz halının üzerine devrilmiş, fizik kurallarının el verdiği ölçüde içini dökmüş ve en son takatini yitirip bayılmış gibi duruyordu. Duvardaki saat 15.35’i gösteriyordu. Adam uykusunda sayıklamaya başladı. Bir süre sonra zaten zor sığdığı kanepede dönmek isterken kolunu sehpaya çarptı ve birkaç bira şişesinin devrilirken çıkardığı gürültüye uyandı. Doğrulup derin bir nefes aldı. Gözleri bir noktaya daldı ve gördüklerinin rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu sorgulamaya başladı. Emin olamadı. Aklına televizyon geldi. Eğer tüm bunlar gerçekse mutlaka televizyonda bunlarla ilgili bir şeylere rastlayacağını düşünerek televizyonu açtı. İlk açılan kanalda bir moda programı karşıladı onu. Zap. Bir yemek programı. Zap. Tuhaf bir program. İnsanı içine çeken cinsten. Bir kadın kocasını komşusuyla aldatmış. Ortada babasının kim olduğundan şüphe edilen bir çocuk var. Zap. Bir stüdyoda 6 erkek kadın haklarını tartışıyor. Kadınlara, kadın haklarını tartışırken bile söz hakkı verilmemesinin saçmalığını düşündü bir an. Zap. Zap. Zap. Zap. Televizyonda kendisini aydınlatacak hiçbir şey bulamadı. Meraktan deliriyordu. Bir rüya bu kadar gerçek olabilir miydi? Daha da kötüsü ya tüm bunlar gerçekti ise? Balkona çıkıp dışarı baktı. Dünya rüyasındaki gibi miydi? Sokakta tek tük insanlar vardı. Buna biraz sevindi. Ama hala emin olamıyordu. Yerdeki viski şişesini alıp kafaya dikti. Telefon! Telefonla birilerine sorabilirdi. Telefonu aramaya başladı. Her yer o kadar dağınıktı ki bulamadı. Pes edip kendini kanepeye bıraktı. Birden üst katta oturan arkadaşı aklına geldi. Hızla kalkıp, koşarak üst kata çıktı. Dairenin çelik kapısını yumruklamaya başladı. Arkadaşı korkuyla kim o diye seslendi kapının ardından. Genç adam fazla telaşlı davrandığını fark edip sakinleşerek cevap verdi.


“Benim Sinemcim, Süheyl. Korkma. Bir şey sormam gerekiyor ve biraz acil.”


Sinem, genç adamın sesini duyunca biraz olsun rahatlayarak açtı kapıyı.


“İyi misin? Bir şey mi oldu?”


“İyiyim, iyiyim. Kötü bir rüya gördüm. Daha doğrusu rüya mıydı, gerçek mi emin olamıyorum. Sana sormaya geldim o yüzden.”


Sinem genç adamı içeri davet etti. Demlediği filtre kahveden ikram etti.


“Anlat bakalım. Ne gördün?”


Genç adam nerden başlayacağını bilemiyordu. Her şey o kadar gerçek ve o kadar gerçek üstüydü ki. Önce kendi merakını gidermeye karar verdi. Kendini toparlayıp sordu.


“Sinem, biz, yani bütün dünya anormal şeyler yaşadık mı ya da şu an yaşıyor muyuz?”


Sinem, genç adama tuhaf bir bakış attı.


“Nasıl yani anormal şeyler derken?”


“Yani işte böyle virüs, maske, mesafe… Pandemi hah pandemi diyorlar. Yaşıyor muyuz? Pandemide miyiz şu an?”


Sinem birkaç saniye boş gözlerle genç adama baktıktan sonra büyükçe kahkahalar atmaya başladı. Genç adam anlam veremiyordu. Neye gülüyordu bu kız?


“Ay Allah aşkına ne pandemisi, ne virüsü Süheyl ya? Yok öyle bir şey. Her şey normal. Kâbus görmüşsün sen. Ama merak ettim, sen anlatsana şu rüyayı baştan sona.”


Süheyl derin bir rahatlama geçirdi. Sonra katıla katıla güldü kendi haline. Kahvesinden bir yudum alıp anlatmaya başladı.


“Bak şimdi 2020 yılının ilk günlerinde hatta 2019’un son günlerinde Çin’de bir virüs orta çıkmış. Başta çok önemsememişler. Sonra virüs can almaya başlayınca Çin tehlikeyi fark edip önlemler almaya çalışmış. Ama oldukça geç kalmış çünkü virüs muhteşem bir hızla yayılıyor ve bulaştığı insanları yatağa düşürüyormuş. Dünya Sağlık Örgütü hemen konuyu araştırıp bütün ülkelere uyarı yazıları yollamış. Bu virüs birden tüm dünyanın gündemi olmuş. Bazı devletler başta ciddiye almasa da birkaç ay içinde dünyada virüsün ulaşmadığı ülke kalmamış. Birçok ülkede sağlık sistemleri çökmüş, sağlık çalışanları hastanelerden çıkamaz olmuşlar. Uzmanlar peş peşe, her gün, her dakika açıklama yapmışlar. Ellerinizi yıkayın! 20 saniye yıkayın! Hayır en az 30 saniye yıkayın! Maskeyle uyuyun, çocuğunuzu öpmeyin, eşinize sarılmayın, markete bile gitmeyin gibi önlem ardına önlem sıralamışlar. Okullar, kafeler, restoranlar, sinemalar, tiyatrolar kapatılmış. Üniversite öğrencileri 10 ay evden çıkamamışlar. Of görsen Sinem o kadar kötü bir rüyaydı ki hayat bitmiş gibiydi resmen. Bir rüyanın gerçek olmadığına ancak bu kadar sevinebilirdim.”


Sinem, Süheyl’in rüyasını şaşkınlıkla dinlemişti. Onu rahatlatması gerektiğini düşündü.


“Hakikaten kötü rüyaymış, ama merak etme rüya sadece. Her şey normal. Evet; dünya hala kötü bir yer, hala savaşlar var, hala çocuklar ölüyor, hala yoksulluk var, hala açlıktan ölen milyonlarca insan var, hala ataerkillik hâkim, hala hayvanlara zulmediliyor. Yani hala sana, bu sadece bir rüya dünya çok iyi durumda diyemem ama en azından böyle bir salgın yok. Ama hiç olmayacak da diyemem. Çünkü dünyanın dengesiyle oynamaya devam ediyoruz. Seni anlıyorum, çok kötü bir rüya, gerçek olma ihtimali, korkunç ama olursa da şaşırma.”


Sinem bunları söyleyince Süheyl yine boşluğa dalıp düşünmeye başladı. Evet, Sinem haklıydı. Dünyanın hali hazırda bir salgın kadar tehlikeli sorunları vardı. Sadece, bu sorunlara karşı, rüyasında gördüğü salgına karşı alınan önlemler kadar insanı kısıtlayıcı önlemler alınmadığı için insan bu sorunları görmezden geliyordu. Bu rüya ona bir ışık yakmıştı. Artık dünyanın var olan sorunlarını görmezden gelmemeye karar vermişti. Sinem’e, kendisine vakit ayırdığı ve kahve ikram ettiği için teşekkür ederek alt kattaki evine indi. Ortalığı toparladı. Bilgisayarının başına geçip, kendisinin değişmesini sağlayan bu rüyadan yola çıkarak, bütün insanlığı uyarmak için yazmaya karar verdiği kitabın adını klavyeye işledi:


SORUN SENDE.