Ütopya Köyü’nün sakinleri mutlu mesut yaşarlarmış. Herkes işinde gücünde imiş bu köyde. Bazıları elinin boşluğundan mıdır kalbinin habis oluşundan mıdır bilinmez, dönem dönem huzur bozucu girişimlerde bulunurlarmış. Köy halkı bunu fark etse de “Aman ne uğraşacağım, işin sonunda yüz göz olmak var. Hem bakacak yüzümüz olsun.” minvalinden düşüncelerle göz göre göre yapılanları görmezden gelir, üstüne üstlük hiçbir şey olmamış gibi güle oynaya yaşamaya devam ederlermiş. Günlerden bir gün köye bir yabancı gelmiş. Güleryüzüyle, hoş sohbetiyle pek çabuk kaynaşmış yabancı, köy sakinleriyle. Gel zaman git zaman, yabancı da artık köyden biri olup çıkmış. Köydekilerle birlikte tarlada çalışmaya, onlar gibi komşu ziyaretlerine başlamış. Günler günleri kovalamış ve halkla samimi oldukça anlamış ki yabancı; görülmesi gereken görmezden geliniyor, duyulması gerekene kulak tıkanıyor ve söylenmesi gerekenler susularak geçiştiriliyormuş bu köyde. Bu durum oldukça rahatsız etmiş haksızlıklar karşısında susmayı özüne ihanet sayan yabancıyı. Bir şeyler yapması gerektiğine öylesine inanmış fakat nereden başlayacağını bilmiyormuş. Yıllardır biriktirilen bir çöpü tek hamlede temizlemek de mümkün görünmüyormuş. Hayatta kazandığı tecrübelerden olsa gerek ağır ve emin adımlarla ilerlemeye karar vermiş. Direkt tepki gösterse bilirmiş uyandırılmayı hazmedemeyen insanların düşmanlığını kazanacağını. İnsanları gözlemlemeye koyulmuş, kim neden hoşlanır kimin hassas noktası nedir anlamaya çalışmış uzun bir süre. Gözlemlerinden anlamış ki kim neyi diline pelesenk edip sıklıkla söylüyorsa kendisinde o eksikmiş. Sürekli “Ben şunu yapmam, bunu asla.” diyenin söylemlerinin kendini gizlemeye kılıf olduğunu anlamış zaman içinde. Bunları öğrenmek öyle kolay değilmiş, birden bire de olmuyormuş. Zaman istermiş bu dediklerini yapmak, zamanından vermiş yabancı da tüm bunları öğrenmek için. Öğrendikçe gerçekleri kendini çekmiş insanlardan, bazı yalanları ve yapılanları midesi de ruhu da kaldırmıyormuş. Asıl çelişki burada başlıyormuş, ne kadar aralarına katılmak istemese de belli bir süre onlarla yaşamak zorundaymış, buna bir çözüm bulmalı bir şeyleri değiştirmeliymiş. Onlara uysa kendine karşı samimiyetsiz olacağından başka bir yol düşünmeye koyulmuş. Bir müddet görmezden gelmeye çalışmış onu da yapamamış, yapısına tersmiş bir kere. Susmak hele hele hiç yabancıya göre değilmiş. Sonra şöyle düşünmüş, herkesin gerçeği kendine, beni ne ilgilendirir. Bu düşünce de uzun vadeli olmamış diğerleri gibi. Kendi içinde verdiği savaşımı sonunda inanmaya başlamış, faydası da zararı da kendisinedir insanın diye. Kendi gerçekliğini sonuna kadar savunup, yaşamaya koyulmuş. Kimseye bahsetmek veya kimseyi ikna etmek zorunda da hissetmiyormuş artık. Gerçekliğini yaşadıkça hayatından da zevk alır hale gelmiş köydeki yabancı. Neşe saçmaya başlamış yeniden etrafına, fark etmekte gecikmemiş çevresindekiler bu durumu. Soranlar oluyormuş, o da anlatıyormuş merak edip öğrenmek isteyene. Aldığı kararın ne kadar doğru olduğunu anlamış yabancı. Öğrenmiş zaman içinde duymak, görmek istemeyene anlatamayacağını. Duyana kulak, görene göz olmuş bundan sonraki hayatında da. Gerçekliğin yükü ağırdır taşıyamaz çoğunluk, zaten değil midir nerede çokluk orada yokluk. Yabancının yolu bir başka köye düşünce ayrılma zamanı gelmiş Ütopya Köyü’nden. Ayrılırken vedalaşmış köylülerle, sevenlerinin yanı sıra sevmeyeni de çokmuş. Bilirmiş ki herkesi memnun etmek boşa çabadır, en faydalı olan kendi gerçekliğinde yol almaktır.