(Paylaştığım bu yazı "Çetin Ol!" adıyla çıkarmayı planladığım romanımdan bir kesittir.)




Bir müzik çalıyordu. Çetin bunun kendi zihninde mi yoksa radyoda mı çaldığını kestirmeye çalışıyordu. Hayal alemine dalmıştı. Gerçek dünyayla hayal dünyası arasındaki ince çizgide hangi yöne gideceğini kestiremiyordu. Bir melodi çaldı. Anımsamıştı biraz melodiyi. Uyku onu zorlamaya başlamıştı. Cama yasladığı başı, sarsıntıdan dolayı titriyordu. Gözünü açtı, yola baktı. Önemli bir şey olmamıştı. Tekrar kapattı gözünü ve gerçek dünya ile hayal dünyası savaşına kaldığı yerden devam etti. Şarkının melodisi bitmişti ve sözlere geçmişti artık. Bir cümle işitti Çetin. 


"Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar."


Duyduğu ilk cümle ona bir hayli tanıdık gelmişti. Umursamadı. İç savaşına devam etti. Ardından bir kısmını daha işitti. Gerçek dünya baskın geliyordu bu dakikalarda.


"Otomobili tamire geldi dün bizim tamirhaneye

Görür görmez vurularak başladım ben sevmeye"


Direniyordu Çetin. İçinden "Bu gerçek dünyanın bir oyunu. Aldırış etme." diyordu. Yine aldırmadı şarkıyı. Kitabı kaç basım yapacak diye düşünmeye başladı. Kaç söyleşiye katılacağını, ülke ülke yapacağı söyleşileri düşünmeye başladı. Vereceği imzalı kitaplarını düşünecekti ki yine o şarkıdan bir kısım kulağını dürtüyordu. 


"Ustam geldi, sırtıma vurdu, unut dedi romanları

İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları"


Gerçek dünya, hayal dünyasına karşı bu sözlerle kazanmıştı savaşını ve toprağa gömmüştü hayal dünyasını. Yalnız bir insan toprağa nasıl gömülür sorusunun cevabı çok basit ama çok acımasızdır. Evet, yalnız bir insan yalnız başına, kimsesiz gömülür toprağa. Cenaze namazını kılan tek kişi vardır. O da cenaze namazını kıldıran kişidir. "Hakkınızı helal ediyor musunuz?" sorusuna cevap verecek kimse olmadan gömülür bu kişiler. Toprağını kazan kişiler belediye işçileridir. Tabutunu kaldıran kişiler belediye çalışanlarıdır. Tabutu örtenler de hakeza yine onlardır. Bu kişilerin yalnızlıkları genellikle hak ettikleri için değildir. Hak edilen yalnızlıklar, kötülükle oluşanlardı. Onlar da yalnız olmayı sonuna kadar hak etmiyorlardı. Çünkü bazıları kendi isteğiyle kötü olmuyorlardı. Başkaları belki de silah zoruyla kötü yapıyorlardı onları. Gerçek Dünya onların kötü olmasını istiyordu. Hayal Dünyalarını yaşamalarına fırsat vermiyordu. İşte hayal Dünyası ile bu insanların ortak noktaları buydu. 


Çetin "Şu parçayı kapatır mısın?" diyerek bir doksanıncı dakika golü atmak istedi. En azından maçı uzatmaya götürmek istiyordu. Ardından duyduğu cevap onun bu golü atmasına aracı oldu. "Değiştireyim Çetin, nasıl istersen." Çetin, atacaktı golünü. Kalede gerçek dünyanın bir silueti ve kaleye doğru gönderdiği top hayal dünyasının ta kendisiydi. Ekledi "Tamamen kapatmanı istiyorum. Biraz uyumak istiyorum, dinlenmeliyim. Çok yoruldum." Rasim onaylar şekilde başını salladı ve radyoyu kapattı. Kaleciyi gafil avladı. Vurduğu şut gol oldu. Maçı uzatmaya götürdü. Uzatma devresi boyunca uyuyabilirdi artık. Çok rahatlamıştı. Gözünü kapattı ve uykuya daldı. Radyolarda şarkılar çalıyor. Bu şarkılar, tüm insanlara unutmamayı öğretiyordu. Benliklerini, kültürlerini, mutluluklarını, hüzünlerini unutmamaları gerektiğini öğretiyordu. Çetin reddetti bunu. Unutmak istediği çok şey vardı. Hatta zamanı geldiğinde benliğini bile unutması gerektiğini düşünüyordu. Bir insan kendisini diğer insanlardan ayıran kişilik özelliklerini nasıl unutabilir? Çetin, artık bunu bile unutmak istiyordu. "Yepyeni bir ben." düşüncesiyle çıktığı bu yolda epey bir mesafe kat etmişti. Mesafe sadece uzunluk birimiyle ölçülen bir şey değildir. Mesafe, varacağın hedefe ulaşman için harcadığın çaba sonucu başarırsan edineceğin mutluluğun, başaramazsan daha azimli bir şekilde vereceğin emeğin bir göstergesidir.