geçmiş ile gelecek arasına sıkışmak; insanın an diye tanımladığı her eylemn ve normun ortadan kaldırılarak var olma bilincinin silinmesi, hatta tüm var oluşsallığın yok olduğunun istapatı düzeyinden bir anlama ve anlatıma sahiptir. bu yüzden insan gelecek odaklı düşünse dahi geçmişten ayaklarını çekemez ve kurtaramaz. çünkü çekse ne anın ne de geleceğin bir manası kalır. bu bağlamda anın ve geleceğin değer kazanması tamamiyle geçmişle ilintili bir haldedir. bu sebepten ötürü insan anın tutsaklığından kurtularak kendi özgürlüğünü elde etmelidir. peki bu durum gerçekten de yani gerçeklik algımızın oyununa göre böyle midir?
dizinin indirgendiği konu üzerinden yazımıza bakarsak zaman, paralel evren vb. tanımları bulmak mümkünken temel sav insanın zaman diyagramında konumdur. kısacası canlı olarak bizler zamanın koruyucuları mı, mahkumu mu yoksa önemsizleri miyiz? bu ve bunun gibi soruların güdümünde canlı formu kazanmış varlığın gerçelik algısının oluşu ve bozuluşu bir sabite indirgenebilir mi? çünkü insan zihni bir çok açıyı görmek için kendini evrimleştirmiş olsa dahi odak merkezli çalışan bir makine gibi işler. bu işleyiş hep neden-sonuç ikilimden kendine bir kimlik kazanır. peki bütün nedenlerin ve sonuçların gereksiz ve belirsiz olduğu savı atılsa; o zaman ya savı kanıtlamaya ya da tümden yok ederek yeni veya eski gerçelliği koruyarak yoluna devam etmeyi sürdürecektir. tıpkı fraktal geometrideki demetler gibi her gerçeklik aslında vardır. ama insan karşı karşıya kaldığında anlam kazanacaktır.
sonuç olarak; insan zihnin bölünmüşlüğü ve gerçeklik algısının bir oyundan ibaret olması ya da gerçekliğin aslında olmaması ne kadar gerçek geliryor değil mi? acaba gerçekten de salt bir gerçeklik algısından yani çatı bir realiteden bahsetmek mümkün mü?
dizi önerisi: ARCHİVE 81