Ahmet nihayetinde uyandı ve muazzam bir çeviklikle pencereden atlayıverdi. Bunun bir intihar girişimi olması gerekirdi fakat atladığı yer esasında pencereden yarım metre alçaklıktaki bahçesiydi. Üstelik zemindeki çimler öylesine uzamıştı ki düştüğü vakit neredeyse bir yorgan yumuşaklığı hissetti. 


Yaptığının saçma olduğunu anladıktan sonra uflayıp puflayarak evine geri döndü. Ölmek için yeterince cesareti olmadığının farkına vardı ve sonra mutlulukla kahvaltısını hazırladı. 


Gelişigüzel pişirdiği şeylerden bir iki lokma aldıktan sonra bir kez daha pencereden atlamayı düşünse de bunun için vakti yoktu. Belki başka bir zaman tekrar deneyebilirdi. 


Masadan ayrılıp elbiselerini giydi ve aklına çimleri biçme fikri geldi. Fakat bundan da vazgeçti. Belli ki ne yapacağını bilemiyordu. Mesela şimdi bir arkadaşıyla buluşmayı denese bunun ne önemi olurdu diye düşünür ve çabucak sönerdi istenci. 


Bazen arzu kıtlığı yaşadığını sanıyordu Ahmet. Fakat gözlemleri doğruysa insanın özünde böyle bir sıkıntının yattığını düşünüyordu. Ona göre insan hayatı boyunca bir sürü düşünce ve eylemle yaşayıp gidiyordu fakat bunlar öylesine yapılan şeylerdi. Yani özünde insan ne istediğini bilmiyordu. 


Dolayısıyla Ahmet'in pencereden atlaması da buna benzer bir durumu açığa çıkarıyordu. Son derece umursamaz ve ne yaptığını bilmeyen biriydi o. Çünkü bunun hiçbir önemi olduğunu düşünmezdi. Pencereden atlamak veya atlamamak düşünülmesi gereken şeyler arasında değildi. 


Öyleyse "Ne yapmalı?" dedi kendi kendine Ahmet. Bir anlığına aklına gelen bu soru beraberinde şunu getirdi: "Sahiden, gerçekte ne istiyorsun Ahmet?" diyerek kendini yokladı aynanın karşısında. İşte yaşamanın temeli tüm açıklığıyla bu soruda yatıyordu. 


Biraz düşündükten sonra sanki cevabı bulmuş gibi sevindi. Ardından hiç duraksamadan sıraladı aklındakileri: "Anlamak istiyorum bu sonsuz dünyaların içindekileri, timsah veya insan fark etmez izlemek istiyorum canlılığın ihtişamlı gizemini ve keşfedilecek ne varsa hepsini fırlatayım zihnime, dursunlar bir köşede. Ben bir toz tanesiyim ve yine de büyük gezegenleri hayal edebilirim, aklımın sınırları olsa da gördüklerim ve görecek olduklarım son derece yeterlidir acziyetle kısıtlanmış yaşamlarımıza. Sen ve ben bir gün yok olup gideceğiz ve arkamızdan kimse konuşmayacak, her önemsiz mesele gibi hiç var olmamış kabul edileceğiz. Yine de bizim isteklerimiz bitmez; merakımız, arzularımız ve heyecanlarımız sona ermez. Her şey son derece önemsiz ve anlamsız olsa da yaşamak biz canlılar için vazgeçilmez bir yetenektir ve her şey bayağı ve tiksinç gelse bile yaşamda senin için daima bir şeyler vardır. Gerçekte ne istediğini bilirsen seni yaşamaktan kim alıkoyabilir ki?"


Ahmet bu iç hesaplaşmanın ardından bir kez daha hızla pencereye koştu ve bu sefer pencerenin altında kendisini sonsuz güzelliğiyle karşılayan büyüleyici bir okyanus uzanıyordu. 


Son kez düşündükten sonra yeni bir hayata başlamanın tam zamanı olduğunu anladı,


ve pencereden atlayıp bir balık gibi süzüldü maviliğin içinde.