Gündüzler aydınlansın diye gözden çıkarılmış gecenin on ikisiydim ben.

 

Kapıyı çaldım, defalarca kez çaldım ve açılması için yılbaşından şubatın sonuna kadar bir daha, bir daha ve bir daha çalmam gerekti. Kapı açıldı ve karşımda, dudak kenarları yukarı doğru kıvrılarak hilal şeklini almış ama gözleri kutuplardan daha soğuk esen bir simayla karşılaştım. Dudaklarının arasından sevgi sözcükleri damla damla akıyorken bakışlarında bu sözleri destekleyecek tek bir parıltıyı umutsuzca arıyordum, bulamıyordum. 

 

Bana sarıldı. Sarıp sarmaladığı yerlerim açık yaralardan ibaretti.


“Oraya dokunma, canım yanıyor.”

“Ama seni sevdiğimi göstermem gerekiyor.”

“Canımı yakıyor parmaklarını bastığın yerler.”

“Ama seni sevdiğime inanmıyor musun?” 


Beyaz tenim iyice kırmızıya bulandığında zorla sıyrıldım kollarının arasından. Kapının eşiğinde bekleyip birbirimize baktık günlerce, tek bir kıpırdama olmadan. Beni içeriye buyur etmesi gerektiğini ancak günler sonra söyleyebildim. Kapının önünden çekilip sağ eliyle mutfağı işaret etti, gösterdiği tarafa yavaşça yöneldim. Beni takip ediyordu arkamdan.

 

“Ne iyi ettim de seni içeri aldım, değil mi?”

“Teşekkür ederim, üşüdüm ama biraz.”

“Olsun, seni içeri almakla çok iyi iş yaptım. Değil mi?”

“Evine gelmem gerektiğini sen söyledin.”

“Evet ama seni içeri aldım. Ne hoş davranış, değil mi?”


Mutfağa girdik ve gösterdiği sandalyeye oturdum. Üşüyor olduğum gerçeği değişmemişti. Sanki kış soğuğunu içimde taşıyordum ve sanki kutuplar da bendim. Gözlerim yanıyordu ve sanki gözlerim de temmuzun ortasıydı. Vücudum aynı anda hem yanıyor, hem donuyor, hem kanıyor, hem de kabuk tutuyordu. 


“İçecek bir şeyler ister misin?”

“Sıcak bir çay içebilir miyim?”


Bana bakıp gülümsedi. Bakışları öyle iğneleyiciydi ki bir başkası görse anlayışın timsali olduğunu savunurdu; ama değildi, ben biliyordum. Ne kadar süre bakıştığımızı hatırlamıyorum. Aniden tezgaha döndü ve üst rafa uzanıp büyük bir su bardağı çıkardı. Buzdolabına yöneldi, kolayı alıp bardağı doldurdu. 


“Soğuk… ben… sıcak çay istemiştim, çay yok mu?”

“Çay var. Hem de çok çay var ama çay koyarsam seni sevdiğimi sana kanıtlayamam.”

“Kanıt istemiyorum; çok soğuk ve ben ısınmak istiyorum. Çay koyamaz mısın?”

 

Yine o tebessüm.

 

“Hayır, çay koyamam. Sana kola veriyorum ve bu, seni sevdiğimi gösteriyor. Hatta, dur biraz.”

 

Buzdolabına yönelip buzluktan çıkardığı buz küplerini elime tutuşturduğu bardağın içine atıyor. Buzların, kolanın içine nasıl karıştığını izledikçe sanki buzu damarıma enjekte ediyorlarmış gibi hissediyorum.


“Gördün mü? Bak seni nasıl seviyorum.”

“Ben çok üşüyorum.”

“Ben üşümüyorum ve hayır, sen de üşümüyorsun. Ben seni çok seviyorum.”

“Üzerime bir battaniye verebilir misin?”

“Hayır, veremem. Sana sevgimi göstereceğim.”

“Nasıl yapacaksın?”

“Sana sevgi sözcükleri söyleyeceğim.”

“Ben üşüyorum.”

“Hayır, üşümüyorsun.”

 

Gitmem gerektiğini hissetmiyor, biliyorum. Şu an buradan kalkıp koşarak gitmem gerekiyor ama buraya gelirken o kadar yol yürümek zorunda kaldım ki ayağa kalkmaya dermanım yok. Hava çok soğuktu, soğuktan yaralar çıktı bacaklarımda yer yer. Buraya gelirken öyle eksildim ki geriye döndüğümde tamamlanacağımdan emin değilim.


“Beni neden çağırdın?”

“Seni çağırmadım.”

“Evet, çağırdın. Bana dumanla çağrılar gönderdin. Duvarlarıma resimler çizip buraya gelmem gerektiğini söyledin. Mektuplar yazdın. Yüzyıllar geçti, telefonla aradın durdun. Rüyalarıma girdin. Mesajlar yazdın arka arkaya. Kapıma birilerini gönderdin. Acilen buraya gelmem gerektiğini bana bildirdin. Beni neden çağırdın?”

“Hayır, seni çağırmadım. Ben sadece buraya gelmen gerektiğini söyledim.”

“Beni çağırmadın. Benim buraya gelmem gerektiğini söyledin. Benim buraya gelmem gerektiğini neden söyledin?”

“Yalnızdım, canım sıkılıyordu, işe yaramaz hissediyordum, kendimle baş başa kalmaya cesaretim yoktu, hayatta bir amacım kalmamıştı, var olan tüm amaçlarımı elimden almışlardı ve ben sesimi bile çıkaramadığımdan hepsini kaybetmiştim. Sana, buraya gelmen gerektiğini söyledim ama seni çağırmadım.”

“Vücudum kanıyor, her yerim. Üşüyorum. Parmak uçlarımın uyuştuğunu hissediyorum. Buraya gelirken haydutlar saldırdı bana. Birkaç kez tökezledim ve birinde feci şekilde düştüm. Bazı cinayetlere şahit oldum ve bu kendi ölümümden daha korkunçtu. Deprem oldu bir kez ve birkaç defa da yangınlardan son anda kurtuldum. Ama şu an vücudumda yaralar ve kanamalar var. Bir şey yapabilir misin iyileşmeleri için? Mikrop kapmalarını istemiyorum; yaralarımı temizlemek için bir dezenfektan, sargı bezi getirebilir misin?”

“Elbette, senin için bir şeyler yapacağım.”

“Ne yapacaksın?”

“Yaralarına sevgi sözcükleri söyleyeceğim.”